Anasayfa İslam ve İnsan Yıldızlar Kayar mı?

Yıldızlar Kayar mı?

tarafından Nasihatler.Com
6 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

Yıldızlar Kayar mı

Yıldızlar gökyüzünün direkleridirler. Ya onlar kaybolursa, insanların gönüllerinde huzur ve sükûnet kalır mı? Ve böylece evrenin düzeni bozulmaz mı?

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri her zaman gökyüzünde uçabilme deneyimleri olmuştur. Hazerfen Ahmet Çelebi’nin iki kanadıyla Galata Kulesi’nden gerçekleştirdiği uçma tecrübesi bu deneyimlerin bir sonucudur. İnsan yükselmek ister. Gökyüzünün sonsuzluğa açılan boşluk koridorlarında yüzmek ister. Kendisi için bilinemez olanların şifrelerini çözmek ister. Böylece varlığını tanımış olacaktır. Çünkü görmek, duymak ve yaşamak istediklerinin özü, kendi ruhunda vardır.

Yaşayan insan, şu an bildiği varlığının öncesinde yaşayanlardan bazı seçkin ve kâmil kişilerin, kâinatın en yükseğine veya en derinine yükselebildiğini bilmektedir. İlâhî bir lütuf sonucu inşirah ile desteklenen mübarek insanların kişisel miraçları, bizleri heyecanlandırırken, aynı zamanda bizler için bir umut kaynağı da değil midir?

Yükselmek ve düşmek

Yükselmenin tersidir iniş… Yükselmek nasıl yüceliği ifade ediyorsa, nasıl insana heyecan ve kalıcı bir mutluluk veriyorsa, düşüş de insan için zilleti ifade etmektedir. Hem yükseliş hem düşüş, takdir-i ilâhînin farklı iki tezahürüdür. ‘Her yükselişin bir inişi vardır’ denir ama ruhun yükselişinin geri dönüşü, kazandıklarımızın kaybedilişi, insanı çoğu zaman telafisi mümkün olmayan bir yok oluşa da sürükleyebilir.

Arif Nihat Asya’nın na’t-ı şerifinde, “Miraç’tan iner gibi gel / Bekliyoruz yıllardır.” diyerek yüce Peygamberimize seslenmesi gibi, yükselen kişinin dönüşünü beklemek muhteşem bir şeydir. Şairimizin bu mısraları sanki Necm Suresi’nin ilk âyetinin şerhi gibidir: “İnmekte olan yıldıza and olsun ki…” Cafer-i Sadık Hazretleri, bu ayetteki Necm kelimesiyle murad edilenin, “Hz. Peygamberimizin miraçtan inmesi yahut çıkması” olduğunu söylemiştir. (Elmalılı Tefsiri, 7/288)

Yıldızlara hatta daha ötelerine kadar yükselip, oralarda olgunlaşan kâmil insanın bir rahmet vesilesi olarak yeryüzünde bulunması, yaratılmışlar için büyük bir nimettir. Bu zât görmediklerini görmüş, duymadıklarını duymuş, hiç beklemediği şeylerle karşılaşmıştır.

Düşüş ise bir gidip gelme değildir; daha gitmeden, yani varması gereken yerlere varamadan geri dönüştür. Bu düşüş, istenmeyen bir haldir; yükseliyoruz derken zaaflarımızın bizi engellemesidir. Herkesin bir zaaf noktası vardır. Yunan Mitolojisindeki ‘Aşil’in Topuğu’ hikâyesi, kendisini kral olarak kabul eden kişinin zaafı olan topuktan öldürülmesini anlatmaktadır. İşte yetiştirici kişi, belirli bir kıvama getirmek istediği insanın zaaf noktalarını anlayıp onları tamir etmelidir.

Kafdağı’nın ardı

Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-Tayr isimli şaheserinde bu düşüşler izah edilmiyor mu? Kuşlar ülkesinin bütün kuşları Kafdağı’nın ardındaki padişahları Simurg’u bulmak için yola çıkarlar. Fakat yolculuk uzun ve zorludur. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevî şeylere takılanlar, yolda birer birer dökülürler. Kafdağı’na varanların önünde ise hepsi birbirinden çetin yedi vadi uzanmaktadır: İstek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri. Yedi vadiyi aşabilen otuz kuşu ise, Simurg yerine bir sürpriz beklemektedir.

Düz yolda gitmek, koşarak ilerlemek kolaydır. Bu yolda giderken insanın ayağı bir taşa takılsa ve düşse bile, bedeni çok fazla zarar görmeyebilir. Ancak ‘tracking’ denilen yaya olarak bir dağ yolculuğuna çıkmışsanız, bir dağ patikasında ilerliyorsanız çok daha fazla dikkat etmeniz gerekecektir.

Her adımınız sizin için önem arz etmektedir. Patikada bir taşa veya bir ağaç köküne ayağınızın takılması, ayağınızın veya kolunuzun kırılmasına sebep olabilir. Peki dağın zirvesine doğru yükselirken, bir tarafı uçurum olan dik bir kayanın üzerinde dengenizi kaybedip yuvarlanacak olsanız bedeniniz ne hale gelir?

Yahudi olan Nadiroğulları Kabilesinin,  Hz. Peygamberimiz s.a.v.’i öldürmek istedikleri için Medine’den sürgün edilişlerini anlatan Haşr Suresi’nin 2. ayetinde: “Onlara Allah’ın azabı beklemedikleri yerden geliverdi. Allah onların kalplerine korku düşürdü.

Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri, ibret alın!” buyurulmaktadır. Bu ayeti kerime, samimi dostların aynı zamanda büyük tehlikelerde olabileceğini de vurguluyor olabilir. Ayetteki anlam, ‘Ey akıl sahipleri!’ uyarısıyla tamamlanmaktadır. Aklın ve meleklerin aynı cevherden yaratılmış olmasına rağmen, aklını kullanmayan kişiler ile ilgili ne söylenebilir ki!

“Bazen zaman zalimleri yüceltir,
Bazen de hevay-ı nefs akıllı kişiyi mahveder.” (İlâhî Nizam)

Hidayet yıldızları

Hz. Muhammed s.a.v.’in o güzel Ashab-ı Kiramı, evrenin birer yıldızları değil miydiler? İnsanlık bu yıldızların karanlıklar üzerine ışımalarıyla aydınlanmamış mıydı?

Said İbnu’l-Müseyyeb, Hz. Ömer r.a.’dan naklediyor: “Ben Rasulullah a.s.’ı dinledim, buyurmuştu ki: Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti:

Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden daha üstündürler. Her biri için bir nur vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzeredir.”

Hz. Ömer r.a. der ki: “Rasulullah a.s. devamla ilave etti: Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.” (Suyûtî, Câmi’us-Sağir; Feyzu’l-Kadîr 4/76; İbnu Abdi’l-Berr, Câmi’u’l-İlm, 2/ 91)

Bir yıldızın kayması vardır; bir de kaybolması… Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere, yıldızlar gökyüzünün direkleridirler. Ya onlar kaybolursa, insanların gönüllerinde huzur ve sükûnet kalır mı? Ve böylece evrenin düzeni bozulmaz mı?

“Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaat edilen şey semaya gelir. Ben de Ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey gelir.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 207)

Allah’a ve Muhammed s.a.v.’e kalbinin bütün derinliğiyle iman etmiş her mümin de kâinattaki yıldızlar gibidir; onlar dünyayı imar ederler. Bir başka ifadeyle, her mümine bir yıldız verilirken, kâfirler bundan mahrum bırakılmışlardır.

Kendisini yıldız zanneden bazı kişilerin nefsanî arzularıyla yokluğa kaymaları veya mevcut gerçek yıldızların gökyüzünde birer birer kaybolmaları, kıyameti hazırlamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre, “Yıldızların ışığı silindiği zaman” (Mürselat, 8); “Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman” (Tekvir, 2); “Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman” (İnfitâr, 2) insanın ve evrenin kıyameti kopacaktır.

Fitne çağları

Hz. Ebû Musa r.a. anlatıyor: “Rasulullah s.a.v. buyurdular ki: Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mümin olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse, Hz. Adem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil.)” (Ebû Davud, Fiten, 2; Tirmizi, Fiten, 33)

Bu hadis-i şerifte zikredilen fitne dönemlerini henüz yaşıyor muyuz bilemem ama günümüzde var oluş âlemindeki insanlığın, yıldızlara o kadar çok ihtiyacı vardır ki! Düşüncesi itibarıyla modern insan kendi galaksi sisteminden kopmuş göktaşı gibidir; nereye çarpacağı belli değildir. Bu halden kurtulabilmek için, Seyyid Hüseyin Nasr’ın her milletin kendi geleneğine dönmesi düşüncesinde vurguladığı gibi, öncelikle her insan ve her topluluk kendi galaksisine dönmelidir.

Kendisinden ilham alabileceğimiz ilâhî bir lütuf kaynağı olarak karanlık gecelerimizi aydınlatan, bizlere yol gösteren seher yıldızlarını takip edersek, Hz. İbrahim’in, “‘Budur Rabbim!’ dedi. Yıldız batınca, ‘Batanları sevmem’ …” (En’am, 76) demesi gibi, batmayan yıldızlara, hatta yıldızların da ötesine veya onların özüne varabiliriz. Bu serüvenimizde önemle dikkat etmemiz gereken nokta ise, gökte yıldızımızı ararken, nefsimizin bu arayışımızı gurura dönüştürmesiyle başımızın dikleşmesi ve dolayısıyla bastığımız yerlerdeki kuyuları göremeyip derin zindanlara düşme ihtimalimizdir.

Zirvelerde hangi makamlara ulaşırsa ulaşsın, insanın feleğini şaşırtabilecek bu seviyelerde yıldızını kaybetmeyenlere selam olsun…

Ahmet ALEMDAR
Yıldızlar Kayar mı?

Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi

Bunları da beğenebilirsiniz