يا أيها الذين امنوا اذكروا الله ذكرا كثيرا و وسبحوه بكرة وأصيلا
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin”
(Ahzab 33 / 41 42)
واذكر اسم ربك وتبقل إليه تبديلا من
“Rabb’inin adını zikret, bütün varlığınla O’na yönel” (Müzzemmil 73/8).
“Sabah akşam Rabb’inin adını zikret” (İnsân 76/25).
واذكر اسم ربك بكرة وأصيلا
ومن أظلم ممن منع مساجد الله أن يذكر فيها اسمه
“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının zikredilmesine engel olandan daha zalim kim olabilir?” (Bakara 2/114).
في بيوت أذن الله أن ترفع ويذكر فيها اسمه
“Allah’ın yüceltilmesine ve içinde isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde…” (Nür 24/ 36).
Bu âyet-i kerimelerin lafza-i celâl ile zikretmeye delil olmasının sebebi şudur: Allah Teâlâ’nın bu âyetlerde zikri emretmesi mutlak bir emirdir. Bu emrin içine öncelikle müfred bir isimle zikretmek girer. Mesela senden Zeyd’i zikretmen istense onu yalın ismiyle zikredip “Zeyd” diyebileceğin gibi yine onu mürekkep bir lafızla zikredip “âlim Zeyd” veya “âbid Zeyd” diyebilirsin. Bu durumda onun yalın ismine bir sifat bitiştirmiş olursun.
Zikretme emri mutlak olarak gelmiştir. Âyet-i kerimede geçen zikri, mürekkep lafızla yapılan zikirle sınırlayan ve yalın isimle yapılan zikrin çıktığını gerektiren bir sebep yoktur. Zikretme emri Kur’ân-ı Kerîm’de herhangi bir kayıt olmadan yalın bir ifade ile gelmiştir. Mesela:
“Allah’ı çokça zikredin”
“(Enfal 8/45).
واذكروا الله كثيراً
ولذكر الله أكبر
“Kesinlikle Allah’ın zikri daha büyüktür” (Ankebût 29/45).
Her iki âyette de Allah Teâlâ, mesela, “Gafür olan Allah’ı çokça zikredin” gibi herhangi bir şeye bitişik bir ifade ile zikretmeyi emretmemiştir.
Lafza-i celâl bazı hadislerde de herhangi bir kayıt olmadan yalın bir ifade ile gelmiştir. Nitekim Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem] bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
حتى لا يبقى على وجه الأرض من يقول الله الله
“Yeryüzünde Allah Allah diyen kalmayıncaya kadar.”
Hadis-i şerifin metninde de lafza-i celâl müfred olarak gelmiş ve buna ek olarak da başka bir sıfatla kayıtlanmamıştır.
Hadis-i Şerifler ve Sahabilerin Sözlerinden Deliller
Enes b. Mâlik’in (RA) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (SAV) şöyle buyurmuştur:
لا تقوم الساعة حتى لا يقال في الأرض: الله الله
“Yeryüzünde Allah Allah dendiği müddetçe kıyamet kopmaz.”
Âlimlerin Sözlerinden Deliller
İmam Cüneyd-i Bağdâdî (KS) şöyle buyurmuştur:
“Allah lafzını zikreden kişi nefsinden uzaklaşır. Rabbine bağlanır. O’nun hakkını eda etmeye başlar. Kalbiyle Allah Teâlâ’ya yönelir ve müşahede nurları o kimsenin beşeriyet sıfatlarını yakar.’
İmam Fahreddin er-Râzî (RA) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Biliniz ki ben ömrüm boyunca Allah derim. Öldüğüm zaman Allah derim. Kabirde sual edildiğimde Allah derim. Kıyamet günü geldiğimde Allah derim. Kitabımı aldığımda Allah derim. Amellerim tartıldığında Allah derim. Sıratı geçerken Allah derim. Cennete girdiğimde Allah derim. Allah’ı gördüğümde Allah derim”.
Şeyh Abdullah el-Ayderus (RA) şöyle buyurmuştur. “Årifler, en faziletli ibadetin her nefesi Allah Teâlâ ile muhafaza etmek olduğuna icmå etmiştir. Şöyle ki nefes alıp verirken nefesinde daima lafza-i celâl vardır. Lafza-i celâl de ‘Allah Allah’ sözü veya ‘lâ ilâhe illallah’ zikridir. Bu dudakları hareket ettirmeden yapılan hafi zikirdir.”
Imam Abdülvehhâb eş-Şa’rânî (KS) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ’nın bana ihsan ettiği nimetlerden biri, sûfîlerin yolunu sevmeye başladığım ilk zamanlarda gece gündüz lafza-i celâl ile Allah Teâlâ’yı 24.000 defa zikretmeye devam etmemdir. Bu da 360 dereceye (günün tamamına) denk düşen nefes sayılarıdır.”
Yine İmam Şa’rânî (KS) şöyle buyurmuştur:
“Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî’ye (RA) okuduğum kitaptaki yanlışları düzeltirken onun kısık sesle ‘Allah Allah’ dediğini işitirdim. Ben bitirene kadar da böyle devam ederdi.”
İmâm-ı Rabbânî (KS) şöyle buyurmuştur:
“Diğer tarikatların aksine bu tarikata başlangıçta önce lafza-i celâl zikri sonra nefyü isbât zikri uygundur.”
Şeyh Abdülmecid b. Muhammed el-Hânî (KS) şöyle buyurmuştur:
“Lafza-i celâl zikri, Ebû Hâmid el-Gazâlî’nin yoludur. Aynı şekilde lafza-i celâl zikri, Risâletü’l-Kuşeyri’de geçen Cüneyd-i Bağdâdî ve şeyhi Serî es-Sakatî, Ma’rûf-i Kerhi, Davud et-Tâî, İbrahim b. Edhem, Abdullah b. Huneyf, Fudayl b. İyâz, Muhâsibî, Bişr el-Hâfî’nin (KS) ve daha nice şeyhin yoludur.”
Allah Resûlü (SAV) şöyle buyurmuştur
إن الله قال: من عادى لي وليا فقد أذنته بالحرب، وما تقرب إلي عبدي
بشيء أحب إلي مما افترضت عليه، وما يزال عبدي يتقرب إلى
بالنوافل حتى أحبه، فإذا أحببته كنت سمعه الذي يسمع به، وبصر
الذي يبصر به ويده التي يبطش بها، ورجله التي يمشي بها، وإن سألي
لأغطيته، وليـن اسـتعاذني لأعيذنه، وما ترددت عن شيء أنا فاعل
ترددي عـن نفـس المؤمن، يكـرة المـوت وأنـا أكـره مساءته
“Şüphesiz Allah Teâlâ : Her kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona harp açarım. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder ve nihayet benim muhabbetimi kazanır. Ben onu sevdiğim zaman onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse ona mutlaka veririm ve herhangi bir şeyden sığındığı zaman onu mutlaka korurum. Ben yaptığım hiçbir şey hakkında müminin ruhunu kabzetmedeki gibi şefkat ve lütufla davranmadım.
O ölümü sevmez, ben de ona kötü gelen şeyi sevmem. Sonradan yaratılan her şey kadim ve bâki olan yaratıcıya muhtaçtır. Çünkü şöyle denilmiştir: “O’nunla birlikte hiçbir şey yokken O mahlûkatı yaratmıştır. Şu anda da aynıdır (O her şeyden yüce ve münezzehtir). Nitekim kudsi hadiste Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
كنت كنزا مخفيا فأردت أن أعرف فخلقت الخلق
Ben gizli bir hazine idim, taninmak istedim ve mahlakati yarattim.” (Aclani, Kesfil-Hafi,2/155, 156 (nr. 2016).
Mürid kalbinden masivayı çıkardığında zatına yaraşır şekilde Allah Teâlâ’nın varlığı kalbinde zorunlu olarak bulunur. Böylece kalp, Hak Teâlâ’ya yönelir. Çünkü O, her hal ve zamanda mevcuttur.