Anasayfa Tasavvuf Sohbetleri Cezbe hali, geçmişten günümüze

Cezbe hali, geçmişten günümüze

Hiç şüphesiz sûfi, kamil bir veli ise cezbesi haktır, doğrudur. Zira kamil velilerde bu durum görülmüştür.

tarafından Nasihatler.Com
8 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

Cezbe Ne Demektir?

Müridler, Allah Teala’yı zikrederken zaman zaman kendilerinden geçerler. Bunun sebebi ilahi feyizlerin çokça gelmesidir. Varidat da denilen bu ilahi feyizler, müridi tesiri altına alınca onu sarsar. Bu yüzden mürid, bağırır veya anlaşılmaz sözler söylemeye başlar. Bu sözler, müridin yaşadığı manevi güzelliklerin kendi bedeninde, ruhunda, gönlünde ve kalbinde aksetmesidir.

Günümüzde bazı sûfilerin cezbeye yakalanmaları, başkaları tarafından anlaşılmayabilir veya “derviş kendisine yazık ediyor” diye görülebilir veyahut “mürid aşırılığa kaçıyor, bu kadar günahla nasıl cezbeye tutuluyor” şeklinde değerlendirilebilir.

Hiç şüphesiz sûfi, kamil bir veli ise cezbesi haktır, doğrudur. Zira kamil velilerde bu durum görülmüştür. Ancak onlar, gönüllerinde bunu bir zevk hali olarak kazanç değil, Allah yolunda bir vesile ve rahmani bir hediye olarak görmüşlerdir.
Cezbe, her an devam eden bir durum değildir. İnsanoğlu her ne kadar günahkar olsa da zaman zaman Allah Teala’nın rahmetini ve ilahi feyizleri üzerine çekecek ibadetler de yapabilir. Allah’ın rızasına uygun ameller işleyebilir. O zaman Allah Teala da o kuluna mükafat verir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) sahabe-i kirama şöyle hitap etmiştir:

“Hiç şüphesiz sizler, öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, emrolunduğunuzun onda birini bıraksanız imanınız tehlikeye girer. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanlar, emrolunduğunun onda birini yerine getirseler imanlarını kurtaracaklardır.”

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) hadiste görüldüğü üzere, hayırlı bir amel işleyeni kurtulmuş olmakla müjdeliyor. Bu Asr-ı saadet’ten bugüne kadar küfür ve şirkten kurtulmuş, İslam ile şereflenmiş insanlar için büyük bir müjde ve şereftir. Özellikle bu zamanda!…

Cezbe Ne Demektir?
ALTIN SİLSİLE
Hülasatü’l Mevahib
Bu makale Semerkand Yayınlarından çıkan “Altın Silsile isimli eserden alınmıştır. Kitabı sitesinden satın almak için tıklayın.

Sûfiler, dervişler Allah Teala’yı anmak için bir araya gelmişler ve ilahi feyizleri talep etmişler; ardından Allah’ın rahmeti inmiş ve mürid de bundan etkilenmiştir.
Bir mürid düşünün!..
Kamil bir velinin huzurunda Allah Teala’nın ikram edeceği ilahi feyiz ve bereketi istiyor…
Bir derviş düşünün!…
Günahtan kaçan samimi müslümanların arasına sadece Allah Teala’yı zikretmek için katılıyor…
Bir mürid düşünün!…
Allah’ın sevdiği kullarıyla her an beraber oluyor ve affedilmeyi bekliyor; hiç amelim yok, belki bu duruşum ve onlar arasına katılışım hayırlı bir amelim olur diyor…
Ne güzel… Ne mübarek… Ne mutlu ona!

Bunlar geçmişte olmuştur, gelecekte de yaşanacaktır.

İşte büyük hadis imamı ve Nakşibendi yolunun büyük velilerinden Şeyh Nablusi Şerhu’l-Divan adlı eserinde şöyle diyor:

“Cezbe, yaşanan bir manevi güzelliktir. Bazı zahir uleması bunu kabul etmese de cezbe haktır. Bazı zahir alimleri, kalbin manevi hazzını yaşamıyorsa bu, yok anlamına gelmez. Çünkü cezbe, kalbin Allah Teala korkusu ve sevgisinden meydana gelen huşunun tesiridir.”

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurur:
“Allahım! Huşu hali olmayan bir kalbe sahip bulunmaktan sana sığınırım.”

Hiç kuşkusuz, sûfilerin cezbe esnasında bağırmaları da kalpte huşunun olgunlaşması ve bu halin dışa yansımasıdır. Nitekim ağlama, bayılma, bağırma, yere yığılıp kalma, bazı sözler söyleme gibi durumlar sahabe-i kiram arasında da görülmüştür. Bunlar manevi bir coşkudur.

İlahi feyizler ve manevi ikramlar karşısında bir nevi sevinçtir. Bu sevinç anlatılmaz, ancak yaşanır.

Sahabe-i Kiramın Hayatından Örnekler

Hz. Ömer (r.a) Tekvir sûresinde “Ve ize’s-suhufü” ayetini okurken, kendinden geçip yere düşmüş, uzun bir süre ayaklarıyla yere vurmuştur.

Bir defasında sevgili Peygamberimiz (s.a.v) sesli olarak Kur’an okuyordu.

“Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır” mealindeki ayete gelince, Peygamber Efendimizi (s.a.v) dinleyen Hamran b. A’yen-i Kûfi (r.a) yere düşüp vefat etti.

Yine bir defasında Selman-ı Farisi (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Muhakkak cehennem, onların hepsine vaad olunan yerdir” mealindeki ayeti okuyunca bağırmaya başlamış, ellerini başına koyarak dışarı fırlamış ve üç gün kendine gelememiştir.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi Peygamber Efendimizin (s.a.v) ashabı ile bizim yaşadığımız hayat arasında çok farklılıklar var..

Sahabe-i kiram Allah Teala’nın bir ayetini okuyunca veya işitince kendilerinden geçiyor, düşüp bayılıyor; biz ise böyle bir şey olur mu, olmaz mı, bunu aklımız ile anlamaya çalışıyoruz. Yaptığımız bir amelin riyadan korunmuş olabileceğine tam emin olamıyoruz. Hiç kuşkusuz bunun temel sebebi, kalbin günahlarla katılaşmasıdır. İman ve ihlasla rabbine teslim olmuş bir gönlün, Allah sevgisiyle dolu olduğu belli olur. İşte cezbe böylesi bir kalbin özelliğidir.

Seyyid Muhib-i Şami (k.s) Hulasa adlı eserinde anlattığına göre; devrin mürşid-i kamili Sünbül Sinan Rumi (k.s) hazretleri ile devrin zahir alimlerinden Şeyhülislam Ebussuud Efendi hazretleri aynı dönemin şahsiyetleriydi. Şeyh Sünbül Sinan Rûmi hazretlerinin dergahında “sema” ile zikir yapılırdı.
Ancak bazı zahir alimleri bu uygulamayı kabul etmiyordu. Yine de devrin pek çok alimi, tasavvuf terbiyesini bildiklerinden ve mürşidlerin dervişlerini eğitmesine şahit olup gerçek tasavvufun içinde yer aldıklarından dolayı Şeyh Sünbül Sinan Rûmi hazretlerinin fikirlerini kabul etmekteydi.
Nihayet bir gün zahir uleması Sultan Mahmud Camii’nde toplandılar. Şeyh Sünbül Sinan Rûmi hazretlerini de çağırdılar. O da müridleriyle geldi ve camiye girince,

-“Toplanmanız hayır olsun” diye onlara iltifat etti ve ekledi:
-“Bizi davet etmişsiniz!”

Bunun üzerine onların arasında yer alan ve devrin İstanbul kadısı olan Mevlevi Sarıgöz Efendi,

-“İşittiğimize göre dervişleriniz, devran ederek sema yapar ve Allah’ı zikrederlermiş; bu konuda deliliniz nedir?” diye sordu ve ilave etti:
-“Eğer bir deliliniz yoksa müridlerinizin bu zikri yapmalarına engel olunuz.”
Şeyh Sünbül Sinan Rumi (k.s),
-“Bu konuda bir mümin ne yaptığını biliyorsa, onun şer’i ilimlere göre fetvası ne olur?” diye sordu.

Bu söz üzerine zahir uleması, cezbe halinde olan dervişlerin Allah’ı zikrettikleri sırada kendilerine sahip olamadıklarını zannettiler ve şöyle dediler:
-“Zikir esnasında müridler akıllarına sahip olabiliyorlar mı?” Şeyh Sünbül Sinan Rumi (k.s),
-“Elbette olabiliyorlar. Dervişler zikir sırasında akli özelliklerini kaybetmezler; hatta akılları kemale erer” dedi.
Bu söz üzerine İstanbul Kadısı Sarıgöz Efendi,
-“Allah, Allah! Bu nasıl oluyor? Kendilerine sahip olamıyorlar, ama akıllarına sahip olabiliyorlar. Bu ne müthiş bir söz!” diyerek şaşkınlığını gizleyemedi, fakat bir taraftan da titremeye başladı.
Şeyh Sünbül Sinan Rumi (k.s) ona,

-“Humma’ya mı (ateşli bir hastalık) yakalandın?” diye sordu.
-“Evet” diye cevapladı İstanbul kadısı.

Şeyh Sünbül Sinan Rumi (k.s) bu kez,
-“Neden titriyorsun, aklın başında değil mi?” diye sordu.

İstanbul Kadısı Sarıgöz Efendi sustu.
Cezbenin manevi coşku ile meydana gelen bir titreme olduğunu anladı. Ardından birlikte geldiği alimlere döndü ve şöyle dedi:

-“Cezbe akıl ile kavranabilecek bir şey değildir. Kalbin iman edeceği manevi bir haldir.”

İşte cezbe gibi özel durumlar velilere has manevi güzelliktir. Akıl ötesidir. Kalbin içinde meydana gelen ilahi ve rahmani güzelliklerdir. Çünkü onlar, sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v) tabi olmakta son derece ulvi mertebelere ulaşmış Allah dostlarıdır.

Allah, dostları üzerine rahmetinin birer nişanesi olarak ilahi feyizlerini akıtır. Onların ulaştığı mertebeler yücedir. İmanla dolu olan gönüller gerçekten çok uludur. Bu ulvi kalpleri anlamak akılla olmaz. Bu bölümü bazı ayet mealleriyle bitirelim.

“(Ey Muhammed!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”
“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimselerle bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”
“De ki: Körle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”

Allah Teala bizleri hayırla mükafatlandırsın.
Kalplerimizi, dostlarına teslim etmekle şereflendirsin.
Dostlarının arasına dahil eylesin.
Kalplerimizi ve bedenlerimizi onların izinden ayırmasın.
Bütün müslüman kardeşlerimizi ve iman ehli dostlarımızı ifrat ve tefrite düşmekten korusun.
Son nefeste imanımızı kurtarmayı nasip eylesin.
Allah Teala’ya hamdolsun.
Allah Teala, Efendimiz Hazreti Muhammed’e, onun ali ve ashabına salat ve selam eylesin.

Necmeddin b. Muhammed Nakşibendî

Cezbe Nedir ve Tasavvufi Açıdan Değeri Nedir?
Müridler, Allah Teala’yı zikrederken zaman zaman kendilerinden geçebilirler. Bu durum, ilahi feyizlerin etkisi altına girmelerinden kaynaklanır. Varidat olarak adlandırılan bu ilahi feyizler, müridin bedeninde, ruhunda, gönlünde ve kalbinde yaşadığı manevi güzelliklerin dışa yansımasıdır.

Günümüzde bazı sûfilerin cezbeye yakalanmaları, anlaşılamayabilir veya yanlış yorumlanabilir. Ancak kamil bir veli ise cezbesi haktır, doğrudur. Onlar, bu durumu Allah yolunda bir vesile ve rahmani bir hediye olarak görmüşlerdir.

Cezbe, her an devam eden bir durum değildir. İnsanoğlu, Allah’ın rızasına uygun ameller işleyerek ilahi feyizleri üzerine çekecek ibadetler de yapabilir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) sahabe-i kirama şöyle hitap etmiştir: “Hiç şüphesiz sizler, öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, emrolunduğunuzun onda birini bıraksanız imanınız tehlikeye girer. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanlar, emrolunduğunun onda birini yerine getirseler imanlarını kurtaracaklardır.”

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) hadiste görüldüğü üzere, hayırlı bir amel işleyeni kurtulmuş olmakla müjdeliyor. Bu Asr-ı saadet’ten bugüne kadar küfür ve şirkten kurtulmuş, İslam ile şereflenmiş insanlar için büyük bir müjde ve şereftir.

Cezbe, yaşanan bir manevi güzelliktir. Bazı zahir alimleri bunu kabul etmese de cezbe haktır. Bazı zahir alimleri, kalbin manevi hazzını yaşamıyorsa bu, yok anlamına gelmez. Çünkü cezbe, kalbin Allah Teala korkusu ve sevgisinden meydana gelen huşunun tesiridir.

Hiç kuşkusuz, sûfilerin cezbe esnasında bağırmaları da kalpte huşunun olgunlaşması ve bu halin dışa yansımasıdır. Nitekim ağlama, bayılma, bağırmama gibi durumlar sahabe-i kiram arasında da görülmüştür. Bunlar manevi bir coşkudur.

Cezbe gibi özel durumlar velilere has manevi güzelliktir. Akıl ötesidir. Kalbin içinde meydana gelen ilahi ve rahmani güzelliklerdir. Çünkü onlar, sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v) tabi olmakta son derece ulvi mertebelere ulaşmış Allah dostlarıdır.

Allah, dostları üzerine rahmetinin birer nişanesi olarak ilahi feyizlerini akıtır. Onların ulaştığı mertebeler yücedir. İmanla dolu olan gönüller gerçekten çok uludur. Bu ulvi kalpleri anlamak akılla olmaz.

Yorumlar kapalı.

Bunları da beğenebilirsiniz