Stres ve Tevbe
Günlük hayatımızda sık kullandığımız bir kelime var: Stres. Kelime yabancı ama muhtevası tanıdık. “Gergin olmak, sıkıntı ve bunalıma girmek” anlamında kullanılıyor. Yaşadığımız asır, bazıları tarafından stres asrı olarak tanımlanıyor. Böylesine yaygın hale gelen bu sorunun bize çok yakın, şaşırtıcı bir çözüm yolu var.
Kim diyebilir, benim hiç gergin anım, bunaldığım zamanlar olmaz diye; hepimiz bunalıyoruz. Karşılaştığımız kimi olaylar, insanlar, hatta en yakınımız, eşimiz, anamız-babamız bile bizi anlayamıyor, sıkıntı kaynağı olabiliyor. Elbette biz de bazen onları anlayamıyoruz. Sonunda, şöyle ya da böyle o meşhur strese giriyoruz, bunalıyoruz.
Üzüntüyü bunalıma dönüştürmemek
Buraya kadar söylediklerimiz hayatın tabii bir parçası. Normal yani. Fakat her şeyin bir kararı var. Sıkıntı ve bunalma hali sürekli ve hayatı etkileyecek kadar yoğun hale gelince, hem kendisi ciddi bir rahatsızlığa dönüşüyor, hem de başka hastalıkların zeminini oluşturuyor.
Yaşını başını almış, çoluk çocuğa karışmış bir tanıdığım vardı. Zaman darlığından yakınır durudu . İşlerine yetişemediğini, yapması gereken pek çok şeyi yapamadığını anlatırdı. Sonraları evini ihmal ettiğini, çocuklarıyla gerektiği kadar ilgilenemediğini söyleyerek dertlenmeye başladı. Bir süre sonra da iyi bir müslüman olamadığından, ibadetlerini gereği gibi yapamadığından şikayet eder oldu. Rahat yaşayan bir insanken, her şeyden tedirgin olan biri haline gelmişti. Bunalımı o noktaya ulaştı ki, artık uyku düzeni bozulmuş, iştahtan kesilmişti. Bu arada ilginç rüyalar gördüğünü, bazı emirler aldığını söyleyerek, bu hallerin manevi ve hikmetli yönünün bulunduğunu da iddia etmeye başladı. Bir yandan da durgunlaştı, içine kapandı, farz ibadetlerini bile aksatır oldu. Sonunda bizim hali vakti yerinde, işinde gücünde yaşayıp giden tanıdık, ruhen ve bedenen hasta bir insan haline geldi.
Anlattığımız bu hadise kırk yılda bir rastlanan cinsten değil. İhtimal, sizin de karşılaştığınız benzeri olaylar vardır.
Gerilimden hayat enerjisine
Kuşkusuz yapmak istediğini yapamamak herkesi üzer. Elde etmek istediklerine ulaşamamak herkes için az-çok huzur bozucudur. Diğer taraftan yapması gerektiğine inandığı şeyleri yapamamak, ideallerine zıt düşmek, yani inandığı gibi yaşayamamak da büyük iç çatışmalara sebep olur. Fakat işi bunalım noktasına getirmeden, yani hasta olmadan bir çıkış yolu bulmak lazımdır. Hatta bu iç gerilimi hayat enerjisine dönüştürmek mümkündür.
Sıkıntı, üzüntü böyle iyi neticelere nasıl kaynaklık edebilir? İlâhi mesaja gönülden kulak verdiğimizde bunun hiç de zor olmadığını öğreniyoruz. Bizim her halimizi, her yönümüzü çok iyi bilen Yüce Mevlâmız , yetişemediğimiz, başarısız olduğumuz, bazı imkanları kaçırdığımız noktada, önümüze çıkan iki yoldan birini bırakıp diğerine girmemizi istiyor.
Yollardan birinde, elde edemediklerimize üzüntü üstüne üzüntü, gerginlik ve sonunda bunalım var. Nihayet ruhen ve bedenen rahatsız bir insan haline gelme ihtimali var.
Diğerinde ise, elde edemediklerimize yine üzüntü, fakat hemen arkasından tevbe ve gücünün yettiğince yapamadıklarını yapmaya gayret etmek var. İşte bu yolun sonunda huzur, tatmin ve mutluluk Allah’ın bir lutfu olarak ihsan ediliyor.
Yüce Rabbimiz her şeyi ve herkesi bütün yönleriyle bildiğini ( Hadid , 22) hatırlattıktan sonra, bunun bir sonucu olarak iman sahibi olanlara şöyle hitap ediyor:
” Tâ ki elinizden gidene üzülüp bunalmayasınız ve size gelenle şımarmayasınız! Çünkü Allah büyüklük taslayanların ve övünenlerin hiçbirini sevmez.” ( Hadid , 23)
Mutluluk, huzur ve başarı yolu ise şöyle gösteriliyor:
“(Ey inananlar!) Yarışın !..
Rabbinizden (size akan) mağfirete (bağışlanmaya) doğru yarışın!
Ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete doğru yarışın! O, Allah’a ve O’nun peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır.
Bunlar, Allah’ın fazlıdır (fazladan, karşılıksız kendi ikramıdır), dilediklerine onları verir. Allah büyük ihsan sahibidir.” ( Hadid , 21)
Evet, Rabbimiz üzüntülerimizi bunalıma dönüştürmemizi istemiyor. Çünkü bunalım, insana hiçbir şey kazandırmıyor. Hatta kazanılanları tahrip edebiliyor. Buna karşılık, üzüntümüzü dünyamız ve ahiretimiz için kazanca dönüştürmemizi emrediyor.
Ayette geçen “Rabbinizden (size akan) mağfirete (bağışlanmaya) doğru yarışın! Ve genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete doğru yarışın!” ifadesi ne kadar etkileyicidir! Rabbimiz’in bağışı âdeta çağıldayarak akan bir nehir. Oraya doğru koşmamızı, yarışarak koşmamızı bize emir buyuruyor. Bağışlanma beratı ahirette verilecek; oraya kadar yarışmamızı istiyor.
İnsanın bağışlanmaya koşması ne demek olabilir? Tahmin edileceği gibi bu tevbedir . Huzur’a varıncaya kadar sürekli tevbe etmek, tevbeyi hayat tarzı haline getirmek… Yürürken, otururken, konuşurken, alırken, satarken, gülerken, ağlarken tevbe . Arındıran, onaran, iyileştiren, dirilten o ırmakta yıkanış…
Benlik duygusu ve pişmanlık
Yukarıda geçtiği üzere, Cenab-ı Mevlâ, Hadid Suresi 23. ayetin sonunda, “Allah büyüklük taslayanların ve övünenlerin hiçbirini sevmez.” buyuruyor. Elden gidene üzülüp bunalmak da, gelen nimetlerle şımarmak da benlik duygusunun sonucudur. Çünkü elden gidene üzülüp bunalıma giren kişi gizli bir gurur sahibidir; büyüklük taslamaktadır. Ele geçiremediği maddi veya manevi nimete layık olduğunu düşünmektedir. Onu elde edememiş olmayı içine sindirememektedir, kendine yakıştıramamaktadır. İncinen kendi benliğidir.
Nimete övünmek ise, Allah’ın verdikleriyle başkalarını küçümseyip, kendisini üstün görme hastalığıdır. Her iki halin içinde de hırs vardır. Hırs ise benlik duygusundan kaynaklanır. İşte bu duygu, insanı ele geçiremediklerine üzüle üzüle strese, oradan da bunalım girdabına düşürür.
Tevbe ile hallenen insan ise aciz yaratıldığının ve zayıf olduğunun farkındadır; kudret ve kuvvetin yegane sahibine, Allah’a sığınmaktadır. Hatasını itiraf edip boynunu Rabbi’ne bükmüş, bağışlanmayı dilemektedir. Samimi olduğu için Allah’ın tevbesini kabul edeceğine itimadı tamdır. Bir de eğer Allah yaşatırsa, bundan sonraki hayatında önceden yapamadıklarını, elde edemediklerini ihsan etmesi için Allah’tan yardım istemektedir. Kötülükleri bir daha yapmayacağı konusunda kendisine değil, Rabbi’ne güvenmektedir. Bunun için “İnşallah bir daha yapmayacağım” demektedir. “İnşallah” sözüyle kendi gücüne değil, Allah’ın korumasına dayanmaktadır.
Tevbeyi hayat tarzı haline getiren insan asla bunalım yaşamaz. Huzuru bulmuştur. Artık bundan sonra “genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete” yüzünü çevirmiş ve oraya layık olabilecek bir hayatı yaşamanın gayreti içerisine girmiştir.
Huzura giden yol başka ne olabilir?
Mehmet IŞIK
Yorumlar kapalı.