Son Nefeste Ne Olacak?
Ölüm anında rahmet meleklerinin vazifeleri olduğu gibi, şeytanın da kendine göre vazifesi vardır. Peygamberler ve ulu zatlar hariç, hiç kimse yoktur ki şeytan onun ölümünden haberdar olmasın.
Ölüm, maddi ve manevi susuzluğun en şiddetli halidir. Ölüm anında susuzluktan çatlayan mümine şeytan buzlu su sunar, karşılığında Alemlerin Rabbini inkâr ile imanını ondan almak ister. Kişi kâmil iman sahibi ise şeytanın bu telkini ona tesir etmez.
İmam Gazalî rh.a. hazretleri buyuruyor ki:
-“Şeytan hünerli bir hırsız mıdır ki, istediğinin imanını çalabilsin! Şeytanın son nefeste imanı çalması, kulun dünya hayatında yaptığı kötü amellerin neticesidir. Allah’ın adaletinden şüphe edilmez. O kul şeytana teslim edilmeye layık bir hayat yaşamıştır da Allah ölüm anında ondan rahmetini kesmiştir.”
Yani şeytanın bir kulun imanını çalması, yaşadığı ömrün neticesidir. Cezaya müstehak ise, imansız ölecek ise, kul şeytana teslim olur. Salih kişi ise yüz bin şeytan ölüm anında başına toplansa ona zarar veremez. İnsan manevi hali ve amelleri ile neye layık ise, Allah Tealâ ölüm anında onu nasip eder.
İmam-ı Azam rh.a. hazretlerine “Hangi günahlar son nefeste imanı kaybetmeye sebep olur?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu:
Şu üç şey son nefeste şeytanın imanı çalmasına sebep olur:
• İman nimetine şükretmemek,
• Son nefeste imansız ölmekten korkmamak,
• İnsanlara zulmetmek.
İblis, ölüm halini yaşayan kimisine anne babası şeklinde görünür. “Gördüm ki hak din İslâm değilmiş. Ölmeden önce şu dine gir!” der. Kişi bu teklifi kabul etmezse babasının suretine girer: “Hak din o değil budur!” gibi telkinlerde bulunur. Ancak Allah Tealâ’nın koruduğu kimseye şeytan ne şekilde gelirse gelsin zarar veremez.
İnsanın eceli geldiği zaman sahip oldukları şöyle taksim edilir: Ruhunu Azrail a.s. alır, malı mirasçılarına kalır, bedeni toprağa kalır, iyilikleri de hakkını çiğnediği kullara dağıtılır.
Vefat eden kimsenin ruhu bedenden ayrılınca nidalar gelmeye başlar. İlk sesleniş şöyle olur: “Ey Ademoğlu, sen mi dünyayı terk ettin, dünya mı seni terk etti?” İnsan ne kadar bağlanırsa bağlansın, dünya onu muhakkak terk edecek. Öyle ise kendi iradesiyle dünyayı terk eden kurtulur. “Ölmeden önce ölmek” sırrı budur.
Dünyayı terk etmek demek, dünyanın nimetlerini terk etmek demek değil; haramlarını, günahlarını terk etmektir. Mevlâna Celaleddin Rumî k.s. hazretleri Mesnevi-i Şerif’te: “Dünyanın parası, kazancı haram değildir. Bunlar nimettir. Haram olan, senin bunlarla meşgul olurken Allah’ı unutmandır.” buyuruyor.
Ölüm halindeki kimseye gelen nidalardan biri de şöyledir: “Ey kul! Sen mi dünyayı topladın, dünya mı seni topladı? Sen mi dünyayı öldürdün, dünya mı seni öldürdü?”
Kişi gasilhaneye götürülüp yıkanmaya başlandığında: “Ey Ademoğlu, nerede o kuvvetli halin, o mağrur bedenin? Seni böyle sessiz sedasız teneşire yatıran sebep nedir? Nerede dostların, yakınların? Seni soydular; üzerini bir örten bile yok!” diye seslenilir.
Kefenle sarılırken: “Ey insan! Azıksız, uzun bir yolculuğa çıkıyorsun. Dönmemek üzere evinden ayrılıyorsun. Daha evvel hiç binmediğin bir bineğe bindirileceksin.” denilir.
Tabuta konulurken: “Ey Ademoğlu! İman sahibi isen, Allah Tealâ’ya ve peygamberlerine iman ettiğin için sana müjdeler olsun! Eğer Allah’a isyan ettiysen sana yazıklar olsun! Sen şimdi hesap vermeye gidiyorsun.” nidaları gelir.
Musalla taşına konulduğunda, başına toplananlar hiçbir fayda vermez. Burada duyduğu nida şöyledir: “Ey Ademoğlu! Dünyada işlediğin amelin karşılığını birazdan göreceksin. Yaptığın iş hayır ise ikram ile, şer ise azap ile karşılaşacaksın.”
Bütün bu badireler ve hitaplar karşısında yüzümüzün ak olması, tamamen dünya hayatını ahirete dönük olarak, her adımda orayı hesap ederek yaşamaya bağlıdır.
Mehmet Ildırar (Merhum Mehmet Yarbay)