Ben yatırdım sen hidayet et
Birinci Kıssa
Hz. İbrahim (A.S) misafirperverliği ile meşhur bir Zat. Hatta misafir olmadan sofraya oturmaz. Bazen tepelere çıkar. Misafir ararmış.
Bir gün 300 kişilik bir Mecusi taifesi oradan geçiyorlarmış. Karınları açıkmış. İbrahim (A.S) görünce: bizim karnımız aç. Nerde doyurabiliriz.” diye sormuşlar. İbrahim (A.S) sevinçle bunları almış.
Evine götürmüş. Hayvanlar kestirmiş. Güzel bir sofra kurdurmuş. Bir güzel karınlarını doyurmuş. Kafile yola devam etmek için kalkmışlar. Demişler ki:
-“Sana zahmet verdik. Bize çok güzel ikram ettin. Sen de bizden bir şey iste. Bizde verelim ve yolumuza gidelim.” İbrahim (A.S) demiş:
-“Ben sizden yalnızca tek bir şey isterim. Benim Rabbime bir kere secde edin.” Mecusiler demişler:
-“Amma da yaptın. Başkaları duysa ne derler? Bir yemek için din değiştirilir mi? Biz bunu yapmayız.” İbrahim (A.S) der ki:
-“Ben başka hiç bir şey istemem. Serbestsiniz.”
Mecusiler demiş:
-“Hele sen bir aramızdan çık. Kendi aramızda bir görüşelim.”
İbrahim (A.S) gidince, kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Biri der ki:
-“Yalandan yatalım. Kalbimizi mi okuyacak. Hem memnun etmiş oluruz. Hem de dinimizden dönmemiş oluruz.”
Herkes bu fikri beğenir. İbrahim (A.S) çağrılır.
-“Ey misafir Perver ne tarafa secde edeceğiz.”
İbrahim (A.S) kıbleyi gösterir. Mecusi kafilesi secdeye kapanınca, İbrahim (A.S) ellerini açar ve der ki:
-“Ya Rab! Ben yatırdım, vazifemi yaptım. Sen de kalblerine hidayet ver.” diye niyaza başlar. Hidayet-i İlahiye şimşeği öyle bir kalblerinde çakar ki, başını kaldıran:
-“La İlahe İllallah İbrahim Halilullah.” derler.
Bu kıssada çok dersler var. Hususan vazifemizi yapmak, dua etmek, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamak. Peygamberimiz (SAV) kavim ve kabilelerden İslamiyeti öğretmek için muallim istendiğinde ekseriyetle iki kişi gönderir. Birine anlatma vazifesi, diğerine dua vazifesini verirmiş. Arkadaşı anlatırken diğer sahabe efendimiz, anlatılanların kalb ve ruhlara tesiri için dua edermiş.
İkinci Kıssa
1940-1950 yıllarında Alim bir Zat, Doğuda kasaba-kasaba dolaşıp, Kur’an öğretiyor, namaz kıldırıyor, vaaz ediyormuş. Bir gün yolda giderken, bakmış ki, karşıdan bir avcı geliyor.
Bir omuzunda silahı, diğer omzunda bir çanta ve içinden sarkan paçavra bezler. Bir elinde kazma, diğer elinde uzunca bir demir. Yanında üç tane köpek. Biri büyük, biri orta, diğeri küçük.
Alim zat yaklaşıp, selam vermiş ve sormuş.
-“Hayırdır böyle nereye gidiyorsun?” Adam demiş.
-“Tilki avlamağa..” Alim Zat sormuş.
-“Tüfeği anladım da, bu üç köpek ne içindir?” Avcı:
-“Tilkiyi vuramazsam. Bu büyük köpek koşacak onu yakalayacak, boğacak. Ben de derisini yüzüp satacağım. Eğer büyük köpek yorulursa, bu ortanca çok iyi koşar. O yakalayıp, boğacak. Ben de derisini yüzüp satacağım. Olur ki, tilki dar bir deliğe girer. Bu iki köpek sığmazsa, bu küçük köpek deliğe girecek, onu boğacak. Ben de derisini yüzüp, çoluk-çocuğa rızık almak için satacağım.”
Alim Zat tebessüm etmiş ve demiş:
-“Peki bu kazma, uzun demir, paçavra ne işine yarıyor.” Avcı der:
-“Ola ki tilkinin kaçtığı deliğe küçük köpek giremezse, bu kazma ile deliği açacağım. Tilkiyi öldürüp, derisini yüzeceğim. Oldu ki delik, kayadan, taştan olursa, kazamazsam bu uzun demir ile onu öldüreceğim. Ola ki girdiği delik, düz olmaz, girintili-çıkıntılı olurda bu demir işe yaramazsa paçavrayı tutuşturup, deliğe sokacağım. Dumandan tilki çıkacak, onu öldürüp, derisini yüzüp, satacağım.” deyince.. Alim Zat demiş:
-“Ula oğul, desene, bu tilkinin işi, Allaha kaldı.”
Bu avcı kafaya takmış ki, tilkiyi avlayacak. Bütün ihtimalleri baştan düşünüp, her ihtimali ortadan kaldıracak bir sebep, bir alet bulmuş. Demek biz de, hizmeti ulaştıracağımız kişileri tanıyarak, onların her bahanesine karşı hazırlıklı olmalıyız. Bir kere denemeyle bırakmamalıyız.
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi