Anasayfa Sadat-ı Nakşibend-i İmam-ı Rabbani Hazretleri

İmam-ı Rabbani Hazretleri

tarafından Nasihatler.Com
8 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

İmam-ı Rabbani Hazretleri

İsmi Ahmed.
Lakapları, Bedrüddin.
Künyeleri, Ebulberekat.
Mansıbları, Kayyumi zaman Müceddidi Elfi Sani.
Mezhebleri, Hanefi.
Tarikatleri, Müceddidiyye, Kadiri, Sühreverdi, Çeşti, Nizamiyye, Sabiriyye olup, yürüdüğü en büyük kol Nakşibendi.
Nesepleri, Hz. Ömer (r.a) 27. göbekten torunlarıdır.

Onun için kendilerine Ahmed el Faruki denir.
Babalarının ismi Abdülahadd.
H. 971 ‘de Serhend’de dünyaya geldiler.

Kendilerine İmam-ı Rabbani ismini, mürşidi Baki Billah verdi. İmam-ı Rabbani, onun meclisinde özel yetiştirildi.
Çok kısa zamanda maddi ve manevi ilimde o kadar mesafe katetti ki, mürşitleri Baki Billah bile ona saygı göstermekte. Bir gün Muhammed Baki Billah, Delhi’den kalkıp, Serhend’e geldi ve eski müridinin (İmam-ı Rabbani‘nin) kapısından içeri girdi. îmamı Rabbani’ yi başı önünde murakabede buldu.

-“Rahatsız etmeyim, ben dışarıda beklerim” deyip dışarı çıktı. Biraz sonra imam-ı Rabbani başını kaldırıp içerdekilere;

-“Bakın bakalım dışarıda kimse var mı?”

Cevap: “Fakir Muhammed Bakiy var.” imam-ı Rabbani hemen yerinden fırlar, birçok özür ve iltifatlarla mürşidini baş köşeye oturtur.

Mektubat’ ta buyururlar: “Bir murakabe anında idim, Allah Resulu (S.A.V) tecelli ettiler ve: “Sana şimdiye kadar kimseye verilmeyen izni vermeye geldim ve ilave ediyorlar, sen hangi cenazenin namazını kılarsan, o affedilip cennete girecek.”
Ve Müceddid.. Bu payeyi bizzat: Resulu Ekrem (SAV) kendilerine tecelliyat ile veriyorlar. Bu olay; Ravzatul Kayyumiyye adlı eserde tafsilatı ile anlatılır.
Baslarda İmamı Rabbani’yi inkar eden zatlardan biri, bir gece rüyasında kendisine bir ayet okutulur ve bu ayet kendisinde öyle bir basirete sebep olur ki, Müceddid-i Elfi Sani lakabını bizzat kendisi imama takar ve artık onun delisidir.

Müceddidlik nedir? Hele bin yılın müceddidliği? Bu soruları îmamın Mektubat’taki açıklamalarından çok daha iyi anlarız. Böylece îmamın yüceliğini de

317. Mektup:
“Bilesin ki; her .yüzyılın başında bir müceddid gelip gider. Ne var ki yüz senelerin başında gelen müceddid İle bin yılın başında gelen müceddid aynı değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibidir. Hatta daha da fazla.
Müceddid o zattır ki, o müddet içinde, ümmete her ne gibi feyiz varidatı gelirse, onun vasıtası ile gelir. İsterse o zamanın kutupları, Ebdalı, Evtadı, Nücebası bulunsun. (Şimdi biz bin yılın müceddidini de yukarıdaki yüz yılın müceddidlerine kıyas edelim, aradaki uçurumu görürüz.)
Vahdet-i Vücut meselesini, Muhyiddin’i Arabi’nin eksikliklerini en berrak şekli ile meydana getiren ve bu sorunları çözen insan kendileri.

Bir örnek mektubat’tan: “Vahdet-i vücut ve zati tecelli davasının belirttiği nispetlerle, Allah (CC) arasında hiçbir münasebet olmadığı bizce; Yakin’in (kesinliğin) Yakin’i halinde sabittir. Hakk ehlince çoktan beri bilindiği gibi, ihata (sarma) ve yakınlık, ancak ilimdir, ve Allah (CC) hiç bir şey ile ittihad halinde değildir.
Vücudu vacip olanın, vücudu mümkün olanla ittihadı muhaldir. Gariptir ki, Muhyiddin-i Arabi ve bağlıları, Allah’a (CC) mutlak meçhul derler, onu hiçbir hükümle mahkum bilmezler de, böyleyken, zati ihata, mahiyet ve yakınlık ispatına kalkarlar. Bu büyük bir yanlıştır ve Allah (CC)’ın zatını teşhis yolunda yersiz bir cesarettir.”

Nihayet:
“Bu dava, bu fakire pek gıran (ağır) gelmekteydi. Bana eh büyük ızdırabı veren, bu türlü tevhit ifadesinin verasındaki son hakikati ve o hakikatin yüceliğini henüz kavrayabilmiş değildim. Allah’a, (CC) bütün kalbimle yönelerek yalvardım ki, bendeki ilmi ve şer’i inanış, kaybolmasın ve ben en iIeri keşif noktasından bu inanışı gerçekleştireyim. Duam kabul edildi, önümde hiçbir hicap kalmadı. Hakikat bana olduğu gibi göründü.
Gördüm ki, alem sıfatı, kemallerin aynalarından ibarettir ve ilahi isimlerin zuhuratına yerdir. Yoksa Vahdet-i Vücut’çuların hayal ettikleri gibi zahir ile mazhar, gölge ile vücut birbirinin aynı değildir.

Derya’dan daha ne göstereyim? ha birkaç damla ha dünyanın taşıyamıyacağı kadar su…”
(Yukarıdaki ifadeler hem Mektubat’ın, hem de katibinin yüceliğine delil…)

Buyurdular: “Bilmiş olasın ki, Seyrü sülük’ten gaye, nefsi emmarenin tezkiyesi ve temizlenmesidir. Böyle olmalı ki, nefsi arzulardan doğan batıl ilahlara tapmaktan kurtuluş olsun. Hakiki manada yönelinen kıblede yüce mukaddes hakiki vahid Ma’bud’dan gayrı kalmaya.
Daima şeriat alimlerine ve talebelerine saygı duyulmasını tavsiye eder ve şöyle buyururlardı:

“İlim taliplerini (ilmi öğrenmek isteyenleri) öncelikle ele almak, şeriatın tervec’i (değerinin yükselmesi) demektir. Zira onlar; şeriatı Nebeviye’nin, milleti Mustafaviyenin, kaimesi (ayakta durduran sütunları) hükmündedirler.
İnsanlar kıyamet günü, şeriattan sorumlu olacaklar, tasavvuftan değil.”

Cennete girmek, cehennemden uzaklaşmanın başlıca sebebi, Şeriatın emirlerini yerine getirmeye dayanır.”

(48.Mektup)
Şeriata o kadar bağlı idi ki, etrafındakileri devamlı ona yöneltir ve Resulullah’a (SAV) ittiba’ı emrederdi.
Bununla beraber, etrafındakileri kendilerini bırakıp İmam-ı Rabbani’ye yönelenlerin nakıs mürşitleri, durumdan rahatsız olup, İmam hakkında kin, nefret ve iftira fırtınası koparmaya başlarlar…

Yok, Cüneyd ve Bayezid gibi büyükleri inkar ediyor, onları küçük görüyormuş…
Yok, Ahmed Faruki, kendini efendimizin ashabı ile bir sayıyormuş ve nihayet padişaha kadar sirayet…
Padişah, îmamı Rabbaniye:

-“Bana secde edeceksin dedi:

-“Ben Allah’tan (CC) başka kimseye secde etmem. Padişah ikinci defa tekrarladı ve:

-“Seni secde etmekten muaf tuttuk, başını eğeceksin, ben verdiğim sözden dönmekten utanırım.” dedi. İîmam-ı Rabbani bu söze de şöyle cevap verdi:

“”Canım kurtarmak için gerekirse secde edilir, fetva vardır. Fakat doğru olan şu ki, Allah’tan (CC) başkasına secde edilmemesidir..”

Ve kaleye hapis…
İmamın etrafında bütün zindandakiler Müslüman oldu.Hem de kamil. Zindan muhafızına kadar… Nihayet sultan pişman olur. İmamı dışarı çıkarır ve ondan af diler.
İmam: “zindan ve zulüm, bizim velayette yükselmemize yaradı.” der…

Bir gün bir Kadiri zat, İmamın yüceliğini kabul etmeyerek yüz yüze şöyle dedi: “Gavsı Geylani şimdi dirilip gelir, senin müceddidlik ve kayyumluğunu ikrar ederse, biz de sana inanırız.”

İmamı Rabbani başını kaldırıp kutup yıldızına yöneldiler ve:
“Yukarı bak! kutup yıldızında şimdi Gavsi Geylani görünecek ve Gavsı Geylani hazretleri göründü. Hem de kutup yıldızı iki parça olup arasından çıkmıştı.
Şöyle dedi Gavs: “Müceddidi Elfi Sani’nin dediklerini kabul ederim. Çünkü din ve dünya hususunda kemalat sahibidir. Bu, evliyayı ümmet arasında en faziletli zevattan birisidir. Her kim, onu inkar eder ve muhalefette bulunursa, din yolundan sapmış olur.” Bu sözden sonra Gavsı GeyIani kayboldu.

Derdi ki: “İslam fakir kimselerle ortaya çıkıp gelişmiştir. Yine fakirlerle devam edip gidecektir.”

“Zenginlikten daha fazla imanı bozabilecek hiç bir şey yoktur.”

“Bizim konuşma tarzımız, sezilmeyen şöhret gibidir. Çünkü şöhret açığa çıkarsa zararlı olur.”

“Ehli kerem, başkasının İhtiyacını kendi ihtiyacına tercih eden kimsedir.”

En iyi ve en mükemmel nasihat: “Peygamber (SAV)’e itaat ediniz” sözüdür.

“Ehlullah’dan keramet aramayı bırakınız. Esasen onların varlığı bir keramettir.”

“Hiç bir cahil, veli olmamıştır, olamayacaktır da…”
Mübareğin yedi oğlu ve iki kızı vardı:

Muhammed Sadık ‘

Muhammed Sa’id Hazinü’r Rahmet

Muhammed Ma’süm Urvetu’l-Vuska

Muhammed Yahya

Muhammed İsa

Muhammed Ferruh

Muhammed Eşref

Bunlardan ilk dördünün çocukları vardı. Diğerleri çocuk yaşta iken vefat etmişlerdir.

İki kız evlad ise:

Hatice Banu

Ümmü Gülsüm idi.

Hazret-i Hatice Banu’nun soyundan gelen çocuklar zamanımızda da mevcuttur.

Telifatı (eserleri) :
Hazret-i Müceddid-i Elfi Sani’nin bir hayli telifatı vardır ki, bu telifat ile kendi davet ve ta’limini beyan buyurmuşlardır. Çoğu basılmış bulunan eserlerinde; Ulüm-ı Şer’iyye maarif ve tarikat ilimlerinin deryası olduğunu görürsünüz. Fakat zamanımızda bunlardan ancak bir kaçının basılı nüshalarım bulmak kabildir. Bulunanlar şunlardır:

Mektübat-ı Şerif

Mebde-İ Ma’ad

Maarif-i Ledünniye

Mükeşafat-ı gaybiyye

Şerh-İ Rübaiyat-i Hoca Abdülbaki (R.A)

Risaleyi Tehliliyye

Risalet’ün fî isbat en-Nübüvve

Risale-yi Silsileyi hadis

Risaleyi Reddi revafız

Risale-i halat-i Hacegan-i Nakşibend

Risale-i Adab’ül Müridin. Farz ile Nafilenin farkı

Hak Teala bizi de, Seyyidü’l Beşer (insanlığın efendisi) hürmetine sizi de, taassubdan, eğri yoldan korusun. Sıkıntıdan, üzüntüden kurtarsın. Elbette ki o, Efendimiz (SAV) her çeşit kusurdan uzaktı.
İnsanı barigah-ı Ulühiyyete yaklaştıracak olan, farzın eda edilmesidir. Farzlar önce gelir, nafile sonra. Farz varken nafileye itibar edilmez.
Gençlikte Tövbe : Allah Teala’nın kendi kuluna genç iken tövbe etmek nimetini vermesi ne büyük saadettir. Denebilir ki, bu nimet bütün nimetler içinde bir derya, diğer nimetler ise bir damla mesabesindedir. Çünkü bu nimetle Hak Tealanın rızası elde edilmiş olur ki bu, bütün dünyevi ve uhrevi nimetlerin başında gelir.

Nakşibendiyye Tarikatının Özelliği:
Nakşibendiyye tarikatının hususiyetlerinin en önemlisi sünnet-i seniyyeye sıkı sıkı sarılmak ve bidatlardan uzak kalıp çok sakınmaktır. îşte bu sebepledir ki, bu tarikatın ileri gelenleri “Cehren” (yüksek sesle) zikretmekten çekinirler. Zikri kalben ederler. Risalet penah (SAV)’nin, Hulefayi Raşidin (R.Anhüm) hazretinin zamanında olmayan raks, sema, vecd ve bunların benzerlerinden sakınır ve sakındırırlar. Hatta bu tarikatta “çile” doldurmak, “halvet” de kalmak dahi yoktur.

Müceddid Ne Demektir?
Biliniz ki her yüz senenin sonunda bir müceddid (yenileyici) zuhur eder. Fakat yüz senelenin (müceddid”inden başka bir de bin senenin müceddidi vardır. İşte yüz ile binin arasında ne fark varsa, bu İki müceddid’in arasında da o kadar fark vardır. Müceddid o kimsedir ki, ümmet ondan feyz alır ve onun feyzi uzun müddet için ta uzaklara yayılıp ulaşır.

Bey’atten Maksat:
Bir talip, (tarikata girmek isteyen) kendi gelişmesi için bey’at ettiği şeyhinden başka bir şeyhin huzuruna gidip ondan da feyz almak ister, bu ikinci şeyhin de sohbetiyle Allah yolunda çalışmak isterse bu caizdir. İlk şeyhi sağ olup kendisinden İzin almamış olsa da. Şu şartla ki, ilk şeyhini ret edip bırakmamalı ve onu iyilikle yad etmelidir. Bilhassa, zamanımızda, Şeyhlik ve müritlik, sadece merasimden ibaret bir hale gelmiştir.

Müceddid-i Elf-i Sani’nin imdat Etmesi:
Müceddid-i Elf-i Sani buyurmuşlardı: “Putlan kıran gaziler, sevab elde ederler.” Bir ara bir kimse Dekkhen civarında bir put hane gördü. (Bu zat Müceddid Rahmetü’llahi Aley’in sohbetlerinden feyz almış bulunan bir kimsedir.) içeri girdi, bütün putları kırıp döktü. 0 civarın halkı haber aldılar ve ayaklandılar, bu zatı öldürmeye kalktılar. Allah’a (CC) Kul olan bu zat ise, gönülden ve içten İmam-ı Rabbani’den istimdad eyledi. Bunun üzerine: “Korkma kuşkun olmasın” diye bir ses geldi. Bir de baktım ki, hemen oracıkta kırk atlı peyda olmuş ve put kıran’a saldırmak isteyenleri dağıtıp kırıp geçirmekte…

H. 1034 yılında vefat ettiler.
Mübarek; Uzun boylu. esmer, güler yüzlü, kırmızıca gözlü siyah sakallı idi…

Yorumlar kapalı.

Bunları da beğenebilirsiniz