Ruh ile nefsin mücadelesi
(Bu yazının okunma süresi uzun olduğu için 5 sayfaya bölünmüştür. Her yazının altında bir sonraki sayfanın numarasını bulacaksınız.)
Bir insan “Kalp, Ruh, Sır, Hâfâ, Ahfâ” letaiflerini geçmedikçe hayvani sıfatından kurtulamıyor. Bunun izalesi için nefsin derecelerini geçmesi lâzım.
Şimdi şöyle düşünün; Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu yolu sevmiş, seçmiş. Kimseye vermediğini vermiş. Hayvan olarak mı çıkılsın yani? Bu ne kadar ağır bir şeydir. Cenâb-ı Hakk’a sığınalım, sıfat-ı hayvaniyeden çıkmak için hiç olmazsa letaifi bitirelim.
Birinci mektebi bitirirsek, dilerse diğer mektepleri de lütfeder, dilerse de hiç olmazsa da hayvani sıfatlardan kurtulmuş oluruz.
Tarikatın bir zâhirî, bir de bâtınî manası vardır.
Zâhirî manası; tarikat-ı aliye’ye girersin çalışıyorsun, namaz kılıyorsun, zekât veriyorsun ama zâhirî kısmındasın.
Bâtınî kısım ise Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
“İçinizde… Görmüyor musunuz?” (Zâriyât: 21)
O içindekiyle meşgul, öteki dışındakiyle.
Bâtınî kısmında alınanlar, zâhirî kısmında çalışanlar.
Kimisi yıpranırcasına çalışır, kimisi sessiz-sedasız. O O’nunla meşgul, o da zâhirle meşgul.
Hataya düşenler nereden düştüğünü, kaybedenler nereden kaybettiğini bilmiş olsun. Kişi nerede olduğunu bilsin. Hataya düşenler gibi olmamanız için; ilim, amel, ihlâs, mahviyet lâzım. Bunlar olmadıkça terakkiyat mümkün değil.
Bâtınî kısım içeride başlar. Lâfza-i celâl ile dereceleri çıkar. “Kalp, Ruh, Sır, Hafâ ve Ahfâ”dan geçmek lâzım. Geçmedikçe sıfat değişmiyor.
Sıfatların, sıfat değiştirmesini basit bir şekilde şöyle anlatalım:
Vücutta iki ruh var, birisi ulvi, birisi sufli. Ulvi ruh vücutta hakim olursa nefis onun emrine tabi olur. İnsan ilâhi emir ve hükümlere göre hareket eder. Fakat nefis hakim olursa, ruh hükümsüz kalır, bütün işleri ve icraatları nefis yapar.
Nefis “Kalp”tedir. Bir insan hakikaten emir olarak Hazret-i Allah’ın lâfzını çeker “Allah, Allah, Allah!” derse, lâfza-i celâl nur olduğu için nefis bu nura tahammül edemez, “Kalp”ten çıkmak zorunda kalır. Çıkar ama evi terk etmez. Başka odaya girer. “Kalp”ten “Ruh”a, ruh odasına girer.
Bu sefer zikir “Ruh”a geçer. Lâfza-i celâl çekile çekile orayı da terk eder. “Ruh”tan “Sır”a, “Sır”dayken de zikir yapılır, oradan da “Hafâ”ya, “Hafâ”dayken de zikir yapılır, oradan da “Ahfâ”ya kaçar. Boşaltıyor evi. Çünkü ölüme mahkûm olacak.
“Ahfâ”dan da bir insan onu çıkarmaya muvaffak olursa “Nefs-i kül”e geçer, oradan da “Allah, Allah, Allah birdir!” deyip çıkarmaya muvaffak olursa sıfatı küçülür ölmez, bundan sonra murakabe dersine geçer yükselmeye başlar ve o zaman sıfatta değişir.
Bunlar geçilmedikçe sıfatlar değişmez. Onun için dış aleme değil, iç aleme çalışalım.
Nefisle Mücadele ve Çok Sığınmak:
Bu noktada mühim bir incelik vardır. Ruh ne kadar kuvvet bulursa bulsun, kişi bu tecelliyâtı Allah-u Teâlâ’nın lütfundan olduğunu bildikçe muhafazadadır. Kendisinden bilirse helâk olur, yahut o an için bırakılır. Allah-u Teâlâ nefsine ruhsat verir ve musallat eder.
Ruhsat nispetinde musallat olur, müsaade edilmezse yine bir şey yapamaz. Bu noktada Allah-u Teâlâ’ya nasıl sığınmak ve merbudiyet kurmak gerektiğini, kişinin bırakıldığı anda düşmanın kendisini istilâya hazır olduğunu belirtmek istiyoruz.
Âyet-i kerime’de:
“Eğer Rabb’inden bir işaret görmemiş olsaydı, belki Yusuf da ona kastetmiş gitmişti. Böylece biz ondan kötülüğü ve fuhşu bertaraf ettik. Çünkü o bizim ihlâslı kullarımızdandı.” buyuruluyor. (Yusuf: 24)
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bir duâları şöyledir:
“Ey Allah’ım! Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bırakma ve bana verdiğin iyi şeyleri geri alma.” (Bezzâr)
Diğer bir duâları da şöyledir:
“Beni nefsime bırakma! Eğer sen beni nefsime bırakırsan, nefsim beni kötülüğe yaklaştırır ve iyilikten uzaklaştırır.”
Mücadele etmek suretiyle Allah-u Teâlâ’ya sığınmaktan başka kurtuluş çaresi yoktur. Kişinin son gayretiyle mücahede ve mücadelesini yapması, sonra da yapamadığını anlayıp Allah-u Teâlâ’ya sığınması gerekir. İşte nefisle mücadele budur.
Âyet-i kerimede:
“Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” buyuruluyor. (Yusuf: 53)
Nefsi size şöyle tarif edeyim:
“Nefsimin küçücük olduğunu gözümle görsem ki Allah-u Teâlâ dilediğine gösterir, bu küçük nesne bin parçaya ayrılsa, bir parçasından Allah’ıma sığınırım. Değil binde birinden, tozundan Allah’ıma sığınırım. Çünkü onun şerrinden ve hile-i desiselerinden beni ancak Rabbim kurtarır.”
İmran bin Husayn radiyallahu anhümâ-dan rivâyete göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şu duâyı talim buyurmuştur:
“Ey Allah’ım! Bana hidayetimi ilham et. Beni nefsimin şerrinden koru.” (Tirmizî)
Nefsi terbiye etmek için birinci plânda ölümü çok anmak ve çöl yolculuğuna çıkacak olan bir insanın bu tehlikeli yolculuktan başka bir şey düşünmediği gibi düşünmek lâzımdır.
Şu kadar var ki lütuf ancak Allah-u Teâlâ’dan gelir. Kişi helâl lokma yemeye dikkat ederse, ihlâs ile ibadetlerine devam ederse, nefsinin arzu ettiği şeyi yapmayıp, arzu etmediği şeyi tercih ederse, merdivenden yukarıya çıkmaya başlar. Tarikat merdivenlerine bu üç şeyle çıkılır. Bütün bunlar ilâhî lütuftur, O verecek ki sen yürüyeceksin. Merdivene basa basa çıkarsın.
Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı harp halindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini esir alır.
Ruh iyiliğe meyyaldir, nefis kötülüğe meyyaldir. Hangisi beslenirse o iktidara geçer. İşimiz rızâ olsun, nefsimiz değil, ruhumuz doysun.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri de nefsi şöyle tanıtıyorlar:
“Şeytanın hilesi çok zayıftır. Ne yapıyorsa, düşman olan nefsin ona yardım ve yataklık yapması ile yapar. Gerçekte bizim belâmız ruhlarımızın da düşmanı olan nefs-i emmare’dir. Bu hasis düşmandan başka kendine düşmanlık yapan hiçbir şey yoktur. Hariste olanlar ne yapıyorsa onun yardımı ile yapmaktadırlar.
Öyleyse yapılması gereken şey nefsin başını kesmektir. Ona boyun eğmekten kaçınmaktır.” (445. Mektup)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“En şiddetli düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir.” (Beyhakî)
Nefis öyle bir mahlûktur ki, zâlimdir, kâfirdir, Allah-u Teâlâ’ya bile karşıdır. Gaye bu kâfiri müslüman etmektir. Nefisle mücadeleden maksat da budur, yani nefsi tortularından süzmek, hülâsasını meydana çıkarmak ve insanî nefis hâline getirmektir.
Nefsin her bir arzusu bir put mesabesindedir. Süflî nefsi, his ve meyillerinden arındırıp tezkiye etmedikçe kişi nefsin putlarına tapmaktan kurtulamaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Gördün mü o hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi?” buyuruyor. (Furkân: 43)
İnsanlar nefislerinin hevâ ve heveslerine tâbi olunca nizam ve intizam bozulur, hayatın gerçeklerinden uzaklaşılır.
Tarikat-ı aliyedeki nefis terbiyesine en güzel misal, yünlerin halı hâline gelmesidir.
Çok uzak yerlerden getirilen kirli ve karışık yünler evvelâ kazanlarda yıkanıp temizlenir. Sonra çeşitli taraklardan geçerek didik didik olur, tel tel ayrılır ve iplik hâline gelir. Benliği tamamen gider, renk renk boyandıktan sonra istenilen şekilde yumak olur.
Halı olabilmesi için de, bir dekoratörün kâğıda çizdiği dekorlar üzerinde renklerine ve ölçülerine göre yerleştirilmesi gerekir. Nihayet tezgâhlarda dokunarak bu ipliklerden en güzel halılar meydana gelir.
Daha önceleri üzerine bastığımız zaman ayağımıza dolaşan o kirli yünler, şimdi artık basmaya kıyamadığımız nâdide birer halı olmuştur. Hiç kimseyi incitmez.
İşte nefis de kirli yün gibidir. Ayrı ayrı bölümleri vardır. Temizlene temizlene, incele incele, taraklardan tezgâhlardan geçe geçe halı gibi olup, ayak altına serilmedikçe terbiye ve ıslahı mümkün olmaz, tarikat mektebi de bitmiş sayılmaz. O ana kadar fırsat buldukça kişinin hep ayağını dolaştırır.
Evvelâ didik didik yapacaksın, halı gibi olduktan sonra onu yere sereceksin. Ayak altına serdiğin zaman rahat ayak basabilirsin. Yoksa hilekârdır, emniyet etmeye gelmez.
Tarikattaki Terbiye:
İlk nefis terbiyesi tarikatta başlar. Zira Tarikat-ı aliye’ye dehalet etmeyen bir kimse, nefsini tanıyıp tehlike ve tuzaklarından haberi olmaz ki onunla mücadele etsin, ıslahına çalışsın.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Küçük cihaddan büyük cihada döndük.”
Buyurarak kâfirle olan cihadı küçük, nefisle olanı büyük saymıştır.
İnsanın kendi nefsi ile cihad etmesine “Cihad-ı ekber” denilmiştir. Çünkü düşmanların en büyüğü nefistir. Bir insanın sana yapacağı en büyük düşmanlık seni öldürmesidir. Bu ise şehâdetine vesile olduğu için, seni en yüksek mertebeye erdirir. Nefsin elinde ölürsen ebedi hayatın mahvolur.
Bir Hadis-i şeriflerinde de, nefsin bir mümin için ne büyük tehlike olduğunu haber veriyorlar ve şöyle buyuruyorlar:
“En şiddetli düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir.” (Beyhakî)
Kişi Tarikat-ı aliye’ye dehalet eder etmez iç âlemine dönüş yapar. İç düşmanını görür, onunla mücadele ve mücahadeye başlar.
En büyük düşmanla mücadeleye girişildiği için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir diğer Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hakiki mücahid, nefs-i emmâresi ile savaşan kimsedir.” (Tirmizî)
Abdullah bin Amr radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınandır.” (Buhâri)