Paylaşılamayan veli: Maruf-i Kerhi
Maruf-i Kerhi hazretleri, tarikatta baş örnek, hakikat yolunda rehber, tarikat öncüsü, muhtelif taifelerin
kılavuzu, şeyhliğin esrarına vakıf, zamanındaki ariflerin hulasası idi. Dahası, “Eğer arif olmasaydı
Marûf olmazdı.” Kerameti çok olup fütüvvet ve takvada bir harika idi. Anne ve babası önceleri hıristiyan
idiler. Onun da kendileri gibi hıristiyan olmasını çok istiyorlardı. Bu nedenle kardeşleri ile birlikte kilise
mektebine gönderdiler. Bir gün rahip ona,
- Allah, üç ilahın üçüncüsüdür, de diye telkinde bulundu. Maruf-i Kerhi, böyle bir cümleyi söylemek
istemedi ve şöyle dedi: - Hayır, O üç değil, tam tersine birdir. Rahip onu dövdü ve kendisine eziyet etti. Bunun üzerine
Maruf-i Kerhi de oradan kaçtı. Onu bir daha orada bulamadılar.
Anne babası, - ah keşke oğlumuz dönse de, hangi din üzere olursa olsun, biz de o dinde kendisine uyardık, diyorlardı.
O ise Ehl-i beyt’ten Musa Kazım’ın oğlu Ali Rıza’ya gitti ve onun vesilesiyle müslüman oldu. Aradan bir zaman geçtikten sonra anne ve babasının yanına döndü. Kapıyı çaldı, içeridekiler, - Kim o, diye seslendiler. O da,
- Maruf, dedi. Kapıyı açtılar ve,
- Hangi din üzere geldin, diye sordular. Maruf,
- İslam dini ile geldim, dedi. Bunu işiten anne babası müslüman oldular.
Maruf-i Kerhi [(K.S)] anlatıyor: Kûfe sokaklarında yürüyordum; birinin yanına gelip durdum. O da İbnü’s-Semmak’tı. Orada insanlara öğüt veriyordu. Şöyle bir cümle kullandı:
“Bir kimse, yüce Allah’tan yüz çevirirse, yüce Allah da ondan bütünüyle yüz çevirir. Bir kimse, kalbi ile Cenab-ı Hakk’a yönelirse Cenab-ı Hak da ona rahmeti ile yönelir; halkın yüzünü de ona çevirir. Bir kimse, zaman zaman Allah Teala’ya yönelirse Allah Teala da ona zaman zaman rahmet eyler.”
Onun bu sözlerini işitince, kalbimi Allah’a verdim. Musa Kazım’ın oğlu Ali Rıza’nın hizmeti hariç her işi bıraktım. Orada işittiğim bu sözleri efendim Ali Rıza’ya da anlattım; bana şunu söyledi:
- Eğer öğüt alacaksan, bu sana yeterlidir.
Daha sonra Davud-i Tai ile görüştü, çok riyazet ve çile çekti. İbadetlerini tam ve mükemmel bir şekilde yerine getiriyordu. Nihayet parmakla gösterilen bir mertebeye erişti. Muhammed b. Mansur et-Tai anlatıyor:
“Bağdat’ta Maruf’un yanında bulunuyordum. Yüzünde bir sıyrık eseri gördüm ve,
- Dün yanında idim, sıyrık yoktu, ne oldu, diye sordum.
- Sana faydası dokunan şeyi sor, dedi.
- Allah hakkı için bunu bana söyle, dedim. Şöyle dedi:
- Akşam namazını kılınca Mekke’ye gidip Kabe’yi tavaf ettim, sonra su içmek için Zemzem Kuyusu tarafına gittim. ayağım kaydı, orada kapıya çarptım, bu sıyrık işte oradandır.
Maruf-i Kerhi hazretlerini sadece müslümanlar değil, hıristiyanlar da çok severdi. Bir defasında bunlardan biri geldi, çocuk sahibi olabilmek için dua istedi. Büyük veli bir fırsatını buldu ve onu zarif bir şekilde İslam’a davet etti. Adam,
- İyi ama ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlat, dedi. Hazret,
- Allah sana hayırlı bir evlat nasip etsin. Onun elinden imana gelesin, diye dua etti.
Çok geçmedi, adamcağızın çok akıllı bir oğlu oldu. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderdi. Rahip ilk gün teslisi anlattı, ama çocuk bir tuhaf oldu. Çocuk, - Hayır! Kalbim daralıyor, dilim söylemiyor, dedi. Rahip,
- Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi, bana harfleri oku, dedi.
Çocuk bir şiir okudu, ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allah Teala’nın sıfatlarını ve Hz. Muhammed’in (SAV) meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bitirip devam etti:
“Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten Allah’a yemin ederim ki O’nun kapısından başkasına giden mutlaka zarar etti. O’ndan başkası ne zarar verebilir, ne de fayda. Kul isyan eder, aliyyü’l-ala örter.”
Rahip bu sözleri söyleyeni değil söyleteni aradı ve doğruyu buldu. Çocuğun babasını da İslam’a davet etti. Adamcağız itiraz etmedi, zira yıllar evvel Maruf-i Kerhi’nin ettiği dua kulaklarında çınlamaktaydı. Maruf-i Kerhi vefat ettikten sonra bütün din mensupları, onun kendilerinden olduğunu iddia ettiler. Yahudiler de hıristiyanlar da, müslümanlar da. Hepsi,
“O bizdendir” davasında bulundular. Bu durum karşısında hizmetçisi gelip şöyle dedi:
– Şeyh hazretleri vefat etmeden “Benim cenazemi yerden kim kaldırırsa, ben o zümredenim” diye vasiyet yapmıştı. Bu nedenle onun naaşını kim yerden kaldırırsa, Marûf onlardandır, dedi.
Yahudiler ve hıristiyanlar hazretin naaşını yerden kaldıramadılar. Bunun üzerine müslümanlar gelip kaldırdı, namazını kıldırdı ve oracıkta onu toprağa verdiler. Maruf-i Kerhi hazretleri vefatı yaklaştığında vefakar talebesi Seri-i Sakati’ye döndü ve,
- Ben ölünce üzerimdeki gömleği fakirlere ver, dedi. Onun bütün serveti zaten bu gömlekti. Hasılı bu alemden geldiği gibi gitti. Seri-i Sakati hazretleri anlatıyor: Maruf-i Kerhi’yi vefatından sonra, rüyada arşın altında duruyorken gördüm. Yüce Allah meleklerine şöyle soruyordu:
- Bunun kim olduğunu biliyor musunuz? Melekler,
- Sen daha iyi bilirsin ey Rabbimiz, dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu:
- İşte bu, Maruf-i Kerhi’dir. Bana olan sevgisi, onu sarhoş ettiğinden, bana kavuşuncaya kadar ayılmaz.