Anasayfa Semerkand Dergisi Nakşibendilikte onbir temel esas

Nakşibendilikte onbir temel esas

tarafından Nasihatler.Com
6 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

Nakşibendilikte onbir temel esas

Abdulhalik Gücdevanî k.s., büyük velilerden öğrendiği ve bizzat tecrübe ettiği terbiye usullerini onbir temel prensiple ortaya koymuştur. Bu prensipler her müslüman için hedef ahlâklardır. Bütün hak yolcuları için lazım olan usullerdir. Onlar zikrin meyveleridir, güzel terbiyenin sonuçlarıdır. Zikir ayetlerinin tefsiridir.

Yüce Yaratıcımız: “Ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım” (Kâf, 16) buyuruyor. Ayrıca, bizleri: “Siz nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür.” (Hadid, 4) diye uyarıyor.

Yüce Rabbimiz bize bu kadar yakın iken, bizler niçin bunun farkında değiliz? Bizdeki gafletin sebebi nedir ve bu gaflet nasıl giderilir?

KİŞİ SEVDİĞİNİ ANAR

Şunu unutmayalım ki, herkesin zikri sevgisinin değerini, sevgisi de aklının seviyesini gösterir. Ölümlü bir varlığın sevgisi ile avunan ve hep onun derdi ile uğraşan kimsenin kalbi ölür. Yüce Allah’ı sevenler, O’nun sevgisini ve zikrini her şeye tercih edenler insanların en akıllısı ve en şereflisidir. Çünkü onlar servet olarak ölümsüz bir sevgiyi, dost olarak ebedi bir sevgiliyi seçmişlerdir. Ne mutlu o kullara.

Yüce Allah bu akıllı kullarını bize şöyle tanıtıyor:

“O gerçek akıl sahipleri, ayakta, otururken ve yanları üzere yatarken (yani bütün hal ve zamanlarında) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.” (Âl-i İmran, 161)

Büyük müfessir Fahruddin Razî rh.a: “Bir kalp, ancak Yüce Allah’ın muhabbeti ile dirilir, sevgisiyle hayat bulur, zikriyle huzura erer” diyor ve ekliyor: “Bir kul ancak diliyle zikir, azalarıyla şükür, kalbiyle fikir içinde kaybolup, bütün varlığı ile devamlı Allah’a kulluk yaptığında gerçek insan olur.” (Mefatihu’l-Gayb, IX, 110)

Yüce Allah, kendisi ile her an beraber olanların halini şöyle bildirir:

“Onlar öyle kişilerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.” (Nur, 37)

Allame Âlusî rh.a. bu ayetin tefsirinde der ki: “İslam Ümmeti içinde birçok ehl-i tarik ve özellikle Nakşibendî büyükleri, ayette anlatılan daimî zikir haline ulaşmışlar ve bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde iyice yerleşmiştir. Öyle ki, hiçbir halde Yüce Allah’ı zikirden gafil olmazlar.” (Ruhu’l-Meanî, IX, 378)

MANEVİ TERBİYEYE HERKES MUHTAÇ

Arifler, kalbin bu hale ulaşması için özel bir terbiyeden geçmesini gerekli görüyorlar. Buna Kur’an’da “tezkiye” ismi verilir. Manası, kalbin manevi kirlerden arınması ve gafletten uyanmasıdır. Hadisler de, kalbin Yüce Allah ile huzur bulmasını “ihsan” olarak tanıtır. Tasavvufta buna “manevi terbiye” denir.

Manevi terbiye sadece temenni ile olmaz. Bu ahlâka ve kalp uyanıklığına her mümin davet ediliyor. Zira herkes buna muhtaçtır.

Bütün peygamberlerin ve Allah dostlarının hedefi, insanı terbiye edip kalbi bu kıvama getirmek ve Allah ile huzuru elde etmektir. Bütün ilim ve terbiyeler bunun içindir. Bu terbiye mürşidsiz ve desteksiz olmaz. Sadece kitaptan okumakla öğrenilmez. İnanıp peşine düşmeden, gereğini yapmadan ele geçmez. Şu örneği biraz düşünelim:

Tasavvuf yolunun büyüklerinden Abdulhalik Gücdevanî k.s. (vefatı 617/1220) gençlik yıllarında hocası Şeyh Sadreddin Efendi’den tefsir dersi alıyordu. Şu mealdeki ayete geldiler: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. O haddi aşanları sevmez” (Araf, 55) Hocası ayetin tefsirini bitirince, Abdulhalik Gücdüvanî k.s. hocasına şunu sordu:

“Efendim! Bu ayette bahsedilen gizli dua nasıl yapılır? Eğer insan duayı açıkça yapsa insanlar görür ve işitir. Bunda gösteriş tehlikesi var. Eğer kendi içinden yapacak olsa, onu da şeytan fark eder. Çünkü hadis-i şerifte: “Kan damarları içinde kanın dolaşması gibi, şeytan da insanın içinde dolaşır.” buyuruluyor. İnsanlara ve şeytana fark ettirmeden Yüce Allah gizlice nasıl zikredilir?”

Hocası soruyu hayranlıkla karşıladı ve dedi ki:

“Evladım! Bu ledünni, ilâhi bir ilimdir. Allahu Tealâ dilerse seni dostlarından birisi ile buluşturur, o sana bu gizli duayı ve zikri öğretir.”

Abdulhalik Gücdüvanî k.s. o dostu beklemeye başladı. Nihayet Allahu Tealâ kendisini önce Hz. Hızır a.s. ile ve daha sonra büyük arif Yusuf Hemadanî k.s. ile buluşturdu. Hz. Hızır a.s. kendisine gizli yolla nefy u isbat (lâ ilâhe illallah) zikrini öğretti. Hz. Yusuf Hemadanî k.s. ise manevi terbiyesi ile meşgul oldu. Sonuçta ona insanları irşad izni verdi.

Meşhur Hoca Ahmed Yesevî k.s. de Yusuf Hemadanî’nin halifesi ve Abdulhalik Gücdevanî’nin yol arkadaşıdır. Bu iki büyük veli aynı kaynaktan terbiye almışlardır. Tarihte ve günümüzde, Türkler’in ekseriyeti bu iki koldan gelen manevi feyz ve terbiye ile tanışmıştır.

Onbir temel esas

Abdulhalik Gücdevanî k.s., büyük velilerden öğrendiği ve bizzat tecrübe ettiği bu terbiye usullerini onbir temel prensiple ortaya koymuştur. Bu prensipler her müslüman için hedef ahlâklardır. Bütün hak yolcuları için lazım olan usullerdir. Onlar zikrin meyveleridir, güzel terbiyenin sonuçlarıdır. Zikir ayetlerinin tefsiridir. Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in devamlı zikir halinin açıklamasıdır. Halk içinde Hak ile olma sünnetinin her devirde yaşanmasıdır. Her an Yüce Allah ile olmanın ispatıdır.

Bu usuller Farsça ifade edilmiştir. Arifler, kâmil mürşidler onları bizzat yaşamışlar ve bizlere açıklamışlardır. Biz de bu usulleri ve açıklamaları onların eserlerinden özetle nakledeceğiz. Bu usuller şunlardır:

Vukuf-i Zaman: Yaşanan her anın farkında olmaktır. Hak yolcusu, her anını kontrol etmelidir. O vakit içinde kendisine gereken en hayırlı amelin ne olduğunu bilmeli ve o ameli yapmalıdır.

Vukuf-i Aded: Çektiği zikrin farkında olmak, adedi korumaktır. Hak yolcusu zikrin sayısına dikkat etmelidir. Zikri, öğretilen edebe uygun yapmalıdır.

Vukuf-i Kalb: Kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği varlığa bağlanmaktır.

Nazar ber kadem: Gözün ayağın üzerinde olmasıdır. Hak yolcusu, yürürken devamlı önüne bakmalıdır. Hep kendi işi ile meşgul olmalıdır. Gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır.

Huş der dem: Her nefes alış verişte uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. Hak yolcusu her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir.

Sefer der vatan: Halktan kaçıp Hakk’a gitmektir. Hak yolcusu, devamlı seyir ve sefer halindedir. “Ben Rabbime gidiciyim” (Sâffât, 99) ayetiyle anlatılan durumda olmalıdır. Gidilecek yer cennettir, aranacak şey ilâhi rızadır.

Halvet der encümen: Halkın arasında iken Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna, zahiri halk, batını hak ile olmak denir. Hak yolcusunun kalbi ilâhi zikrin tadıyla dopdulu olmalı ve her şeyi zikre vesile etmelidir. Varlıklar kalbe perde yapılmamalı, her şey değerine göre yerine konulmalıdır.

Yad kerd: Murakabe dersine geldikten sonra lâ ilâhe illallah zikriyle meşgul olmak, tevhin manasına ulaşmak, devamlı Yüce Allah’ı hatırda tutmak, kalb ile dilin zikrini birleştirmektir.

Baz geşt: Dönüş demektir. Bununla anlatılmak istenen; “Nefy u isbat” yani lâ ilâhe illallah zikrini çekerken, nefesi serbest bırakma anında, bütün hayalini şu cümlenin manasında toplamaktır: “İlâhi ente maksudî ve rızâke matlubî”.

Nigah daşt: Hak yolcusu zikir esnasında kalbine sahip olmalıdır. Zikir esnasında nefy u isbâtın manasını düşünmeli, kalbini nefsanî düşünce ve endişelerden korumalıdır.

Yad daşt: Anmak, hiç unutmamak, devamlı zikretmektir. Hak yolcusu her an ve mekanda zevk yoluyla Cenab-ı Hakk ile beraber olmalıdır. İlâhî huzur ve neşeden hiç ayrılmamalıdır. Bütün eşyada ilâhî tecellileri müşahede ile kalbini uyanık tutmalıdır.

Bütün bu anlatılanlar, salih müminlerin vasıflarıdır. Onlar, yaşanmış ve ehlince yaşanmaya devam edilen hallerdir. Bir mümin için Yüce Allah’ı zikirden ve hayatın her safhasında O’nunla beraber olduğunu fark etmekten daha kıymetli, daha tatlı, daha kârlı hangi iş vardır?

O halde, neticesi ebedi nimetler olan bu güzel hali elde etmenin yoluna düşmeli, bu yolun esaslarını bilmeli ve yaşamalıyız.

Dr. Dilaver Selvi

Yorumlar kapalı.

Bunları da beğenebilirsiniz