Kalem Suresi
Kuranı Kerim’in 68.suresi olan Kalem Suresi
Mekke’de nâzil olmuştur, 52 ayettir. “Nun” suresi diye de anılır. Adını ilk ayetindeki “kalem” kelimesinden alır.
Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı.
Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti).
Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308).
Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır.
Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar alemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-alemini anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak ayeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur.
Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır.
Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen suresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu surenin ilk ayetinde de Allah Teala tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslam’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır.
Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, ahirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükafatlardır (İbn aşur, XXIX, 62-63). 4. ayetteki “üstün ahlak” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlakıdır. Nitekim Hz. aişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlakının Kur’an ahlakı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsafirîn”, 139); kendisi de güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’lhuluk”, 8).
Bu açıklamalar, Hz.Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlaka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. ayetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkarcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslupla ifade edilmiştir.
Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. ayet, önceki ayetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkarcılar hem dünyada hem de ahirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.
Rahmân ve Rahim (olan) Allah’ın adıyla.
- Nun. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki,
- Sen -Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin.
- Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükafat vardır.
- Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.
- (Sen de) göreceksin, onlar da görecekler,
- Hanginizde delilik olduğunu yakında .
- Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur
- O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!
- Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.
- Şunların hiçbirine itaat etme :yemin edip duran,aşağılık,
- (Herkesi) kötüleyen,söz götürüp getiren,
- Hayra engel olan, mütecâviz ve saldırgan günahkar,
- Kaba ve kötülükle damgalı,
- Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (böyle yolunu şaşırmış)
- Ona ayetlerimiz okunduğu zaman o, “Öncekilerin masalları!” der.
- Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibrini kırıp rezil edeceğiz).
- Biz, vaktiyle “bahçe sahipleri” ne bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.
- Onlar istisna da etmiyorlardı.
- Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir afet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,
- Bahçe kapkara kesildi.
- Sabah olurken birbirlerine seslendiler.
- “Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin!” diye.
- Derken yürüyorlardı; fısıldaşıyorlardı.
- “Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın”diye.
- (Evet yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.
- Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.
- Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!
- İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size “Rabbinizi tesbih etsenize” dememiş miydim?
- Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.
- Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.
- (Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.
- Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi(O’nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.
- İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
- Şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır.
- Öyle ya, (Allah’a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkarlar gibi tutar mıyız hiç?
- Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
- Yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtıl inanışları) onda mı okuyorsunuz?
- Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?
- Yoksa, “Ne hükmederseniz mutlaka sizindir” diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
- Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
- Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!
- O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.
- Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).
- (Resûlüm!) Sen bu sözü (Kur’an’ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.
- Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim fendim çok sağlamdır!
- Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
- Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?
- Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.
- Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.
- Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu salihlerden kıldı.
- O inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) “Hiç şüphe yok o bir delidir” derler.
- Oysa o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Kalem Suresi
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi