İnsan Nefsini Bilmeli
İnsan nefsini gübre etmedikçe su üstünde kalamaz. Nefis olduğu müddetçe insan bir şey olamaz.
İnsanın evini yıkan en büyük düşmanı nefsidir. Onun için insanın kendisinden haberi olmalı, nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır.
“Nakşibendi yolunun bütün çalışmaları nefsi öldürmek içindir. Nefis ölüp gittikten sonra her şey düzelmeye başlar.”
Şah-ı Hazne (Şeyh Ahmed Haznevi) buyuruyor : Norşin’e gitmiştim. On beş – yirmi günden beri Hazretin evindeydim. Malûm, yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı. Birgün Hazret’i ziyarete Muş tarafından bir ağa gelmişti. Hazret’i ve mollalarını da yemeğe davet ediyordu. Hazret daveti kabul etti ve icabet edeceğini bildirdi. Benim de keyfim geldi, diyor Şah-ı Hazne, düşündüm, nasıl olsa bende ziyafete giderim, güzel yemekler yerim, diye nefsim çok zevklendi. Hemen, çarıklarımı, ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım. Nihayet hazret gitmek için, hazırlığını yaptı, ben de diğer mollalarla beraber hazırlandım. Hazret çıktı, yüzünü bana döndürüp : “Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle beraber gelsin, yalnız Molla Ahmed kalsın, o gelmeyecek” buyurdu. O zaman ben ayrıldım. Hazret’in niçin öyle dediğini anlamadım ve nefsime dönüp dedim ki : Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim, diye iştahlandın, güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi.
Yine Şah-ı Hazne anlatıyor : (Bir gün Hazret bana sordu : “Molla Ahmed sen yemeklerini nerede yiyorsun?” Dedim : “Sofilerle beraber yiyorum. Kurban”. Tekrar sordu : “Peki nerede yatıyorsun?” “Aşağı divanda yatıyorum, kurban” dedim. Hazret benim bu cevaplarımdan çok hoşlandı, keyfi geldi ve ferahlandı. Bana “Çok iyi yapıyorsun. Aşağı divan hoştur. Seyda orada sohbet ettiği, çok teveccühlerde bulunduğu için oranın nisbeti çok fazladır. Yukarı divan ise ağaların yeridir. Şeyh Alaâddin, Şeyh Mahmud-i Karaküyi gibi zatlar hep orada kalırlar. Yukarı divan ağalar yeri. Aşağı ise Seyda’nın divanıdır. Orada çok hatme, çok sohbet ve çok teveccüh yaptığı için nisbeti bol, çok hoş bir yer orası” dedi.)
İnsan nefsini bilmeli, eğer nefsini bilirse halk da ondan istifade eder.
Seyda-i Molla Ramazan anlatıyor : (Bir seferinde Hazret’in huzurunda bulunuyordum. Seyda-i Mezzin de oradaydı ve daha hatırlayamayacağım başkaları da vardı. Birden Hazret yüzünü bana çevirdi.
-“Molla Ramazan” dedi.
-“Buyur, kurban” dedim,
-“Haydi bana ço ço de bakayım” dedi.
Ben utandım emrini yerine getirmedim. Bu sefer Seyda-i Mezzin’e dönüp,
-“Molla, hâlâ Molla Ramazan’da nefs var, henüz nefsini yenememiş” dedi.
Bunun üzerine emrini yerine getirmediğimden dolayı çok pişmanlık duydum, çok üzüldüm. Kendi kendime bir daha ne emr ederse yapacağım, diye söz verdim. Ondan sonra emrini gözetlemeğe başladım.
Aradan bir iki hafta geçti. Ben ise bir emri olursa hemen yerine getireyim diye hep gözetliyorum. Bir ara bana döndü : “Molla Ramazan, bana biraz su getir” dedi. O kadar heyecanlandım ki bana Molla Ramazan kalk oyna dediğini zannettim. Hemen kalktım, raks etmeye başladım. Hazret o kadar güldü ki… Dedi, şuna bakın hele, ben su istiyorum o ise kalkmış oynuyor. O zaman yaptığım hatayı anladım. Ama böylece nefsim bir defa daha kırılmış oldu.
İnsanda nefs olmaması lâzım. Nefs insanda olduğu müddetçe kendini yok bilmelidir.
Bir seferinde Kadiri şeylerinden Molla Abdurrahman’ın bir sofisi Seyda’yı ziyarete gelmişti. Seyda sofiye; “Bize biraz Molla Abdurrahman Çoğreçi’nin sohbetinden söyle” dedi. Sofi ise: “Vallahi Kurban, aklımda hiç sohbet yok” deyince, Seyda “hiçbir şey de aklına gelmiyor mu?” diye sordu. Sofi biraz düşündü. Evet bir sohbeti hatırladım. Şeyhim derdi ki :
-“Gübre olunmadıkça su üstünde kalınmaz.”
Bu söz Seyda’nın hoşuna çok gitti, çok keyfi geldi. “Vallahi, çok doğru bir söz, dedi, bundan daha güzel bir şey olmaz. Sözü doğrudur. İnsan nefsini gübre etmedikçe su üstünde kalamaz. Nefis olduğu müddetçe insan bir şey olamaz. Gübre hafif olduğu için suyun üstünde kalıyor, yükseliyor. İnsan nefsini hafif tuttukça yükselir, su üstünde kalır. Yok eğer insan ağır olursa suyun dibine batar. İnsanın nefsi olduğu müddetçe insan ağırdır, suyun dibine çöker.”. Seyda : “Bu sohbetten daha güzel bir şey yoktur. Bu çok büyük bir sohbettir” buyurdu ve kâhyasına dönüp, “Kesende ne kadar paran varsa bu sohbetin karşılığı olarak sofiye ver.” Kâhya baktı kesede beş altın mecidiye vardı. “Kurban beş mecidiye var” dedi. Seyda, hepsini sofiye vermesini emretti. Sofi almak istemedi, her ne kadar feryad ü figan edip ihtiyacı olmadığını beyan ettiyse de, Seyda, hayır alacaksın, senin bu sohbetin çok kıymetlidir. Gavs’ın başı için ne kadar para olsaydı kesede, tümünü sana verecektim” buyurdu.
Hakikaten insan nefsini gübre olarak mülâhaza etmedikçe su üstünde kalamaz. İnsan nefsini gördüğü müddetçe Rabbine kavuşamaz. Ne zaman nefsini öldürürse Allah’ına o zaman kavuşur.
İnsanı helâke götüren nefsidir. Firavun, Şeddad ve Kârun gibi ilâhlık davasında bulunanlar ve helâke gidenler, hep nefisleri yüzünden bu felâketlere uğradırlar, o hallere düştüler. Nefisleri büyüdü, büyüdü, sonunda ilâhlık davasına kalkıştı. Çünkü nefis kendinden üstün hiçbir varlığın bulunmasını istemez. Büyüyüp terakki edip elde etmek için hiçbir şey kalmayınca, haşa, ilah’lık davası etmeye başlar. İşte onlar da haddini aşmış, azgınlaşmış nefislerinin iddiasına uydular. Sanki Firavun kendisinin ilah olmadığını bilmiyor mu idi? Biliyordu tabii, söylediklerinin aslı olmadığını çok iyi biliyordu. Fakat maalesef büyüyen ve büyük iddialara kalkışan nefsine kendisi de uyuyordu. Çünkü nefsi, o kadar büyümüştü. Halbuki Firavun evveliyatında fakir bir kimseydi. Bir çobanın oğlu idi, babası çobandı. Kendisi ise bekçiydi. Bir gece inkilap yapıp padişahı öldürerek ve bir gecede padişahın sadık adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle tahta geçtikten sonra nefsi azgınlaştı, büyüdü ve neticede başına büyük felâketler açtı.
İnsan biraz düşünsün ki Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısında ne kıymeti olabilir. İnsanın değeri, azamet-i Hüda karşısında bir pire kadar bile olamaz. Yaradılışına bir baksın neydi, nasıl meydana geldi, Allah (C.C.) kendini nasıl yarattı?
İşte böyle.. İnsan kendi yaradılışını mülâhaza ederse azameti Hüda karşısında aczini daha iyi görüp daha iyi anlar. Nefsinin telkinatına kanıp kendini bir şey zannetmez.
Her şeyden evvel insanın kendini tanıması lâzım. Kendini tanımayan Allah’ı da tanımaz. Kişi kendini tanıması için evveliyatını düşünmesi lâzımdır. Allah’a karşı durumunu düşünmesi lâzımdır. Görecek ki insanın, azamet-i Hüda karşısında hiçbir kıymeti yoktur, bir pire kadar bile. İnsan kendi fakirliğini, aczini, biçareliğini görür ve bilirse Allah-u Teâlâ o zaman onu yükseltir, onu âli eder, ona mertebeler ihsan eder. Şayet insan kendini bir şey olmuş zannederse o insan yok sayılır.. insan kendini adam olarak görmemeli; nefsine bu payeyi vermemeli, vücudunu ve nefsini yok bilmelidir.
Gavs-ı Kasrevi Abdulhakim El Hüseyni
Facebook sayfamız – Twitter sayfamız