İbrahim Havvas hazretleri
Tecrid sahrasının yolcusu, tevhid dairesinin merkezi, ilim ve amel sahasının muhteşemi, ihlâs ve tevekkülün sıddıkı, vaktin kutbu ve evliyanın seçkini idi. Tasavvuf yolunda muazzam bir mertebeye sahipti. Tevekkülde büyük bir şan ve yüksek bir makama sahipti. Kendisine, “Mütevekkillerin reisi” derlerdi. Birçok keramet ve olağanüstü halleri vardı. Şöyle dediği nakledilir:
Vaktin birinde bir meseleden dolayı, “Bir gün çölü azıksız ve bineksiz aşacağım” dedim. Gün geldi bu ahdimi yerine getirmek için yola koyuldum. Epeyce yol almıştık ki arkamdan birinin sesini işittim:
– Selâm sana ey şeyh! Uzaktan biri geliyordu, durup bekledim. Yanıma geldiğinde sesin sahibinin genç bir hıristiyan rahip olduğunu gördüm.
Yanıma gelince bana,
– Şu çölde sana arkadaşlık etmem için izin verir misin, dedi. Ona,
– Benim gitmekte olduğum yol için sana bir fayda yoktur. Fayda olmayınca da birlikte yolculuk yapmamızın bir anlamı olmaz, dedim.
– Muhakkak faydası olur, hiçbir şey olmazsa senin hayrından istifade etme imkânı elde etmiş olurum, dedi. Ben de ona ses çıkarmadım. Epeyce bir zaman birlikte yolculuk ettik.
Bu zaman zarfında ağzımızdan tek bir lokma geçmemişti. Hıristiyan genç dayanamamış olacak ki,
– Ey şeyh! Kaç gündür bir şey yemedik, çok acıktım. Rabbinden yiyecek bir şey iste de karnımızı doyuralım, dedi. Rahibin bu isteği üzerine,
– Yâ Rabbi! Muhammed’in (SAV) hakkı için şu yabancı karşısında beni mahcup duruma düşürme, bize nimetlerinle donanmış bir sofra gönder, dedim.
Duamı bitirir bitirmez hemen önümüzde mükemmel bir sofra zuhur etti. Gençle birlikte sofradaki yemekleri yedik, sonra da yola koyulduk.
Epeyce bir zaman daha yolculuk ettik, yine acıktık. Bu sefer hıristiyan gence dedim ki:
– Ey rahip! Epeyce zaman oldu yemek yemeyeli, şimdi sıra sende. Göster hünerini de karnımızı doyuralım. Ben sözlerimi bitirir bitirmez, genç elindeki asâsına dayanarak, gözlerini kapadı ve dudakları kımıldadı, dua ediyor diye düşündüğüm anda önümüze mükemmel bir sofra zuhur etti. Bu hadise karşısında hayret içinde kalmıştım. Hıristiyan genç benim hayret içinde kaldığımı gördü:
– Ey şeyh! Buyur ye, dedi. Bense yemek yiyecek durumda değildim, genç bir hıristiyan rahip bu işi nasıl yapabilmişti? Hıristiyan genç tekrar etti:
– Ey şeyh buyur ye! Sana iki müjde vereceğim. Ondan müjde sözünü duyunca az da olsa rahatladım ve ona dedim ki:
– Sen müjdeni vermedikçe yemeyeceğim.
– Birinci müjdem zünnarımı koparıyorum, hemen beline sarıldı ve rahiplerin belinde bulunan papazlık işareti sayılan kuşağı çıkarıp attı. Sonra da kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Bu birinci müjdesi idi. Sonra bana ikinci müjdesini verdi:
– Benden yemek istediğin zaman, şöyle bir dua ettim. “İlâhî! Senin yanında kıymeti ve hatırı bulunan şu yanımdaki ihtiyarın hürmetine bize yemek gönder, ona mahcup olmayayım.” İşte şu gördüğün yemek de senin bereketine ve hürmetine gelmiştir. İbrahim Havvâs hazretleri şöyle buyurdular:
– Her ne vakit kendin hakkındaki tevekkülün sıhhatli olursa, başkaları hakkındaki tevekkülün de sıhhatli
olur.”
İŞTE MEYDAN
Nakledildiğine göre, İbrahim Havvas hazretleri ile bir yahudi gemide tanışırlar ve dinleri hakkında konuşurlar. Yahudi, İbrahim Havvas’a,
– Sen, dininin üstün olduğunu iddia ediyorsun. İşte deniz, üstünde yürüyebilir misin? Ben yürüyebilirim, demiş ve kendisini denize atarak yürümüş.
İbrahim Havvâs hazretleri,
– Vay başıma gelenler. Yahudinin yanında bu benim için ne zillettir! Ya yürüyemezsem. Fakat yine kaldırıp o da kendini denize atmış ve Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla o da deniz üstünde yürümüş. İkisi de karaya çıkınca, yahudi şöyle diyor:
– Hayır, hayır. Bu olmadı. İkimiz de yürüdük. Şimdi seninle bir yolculuğa çıkacağız. Şu şartla ki, hiç bir mescide girmeyeceğiz. Sahralarda dolaşacağız.
İbrahim Havvâs,
– Peki, istediğin gibi olsun.
Kırlara çıkarlar, hiçbir şey yemeden üç gün dolaşırlar, daha sonra bir yere otururlar. O sırada bir köpek ağzında üç ekmekle gelip yahudinin önüne ekmekleri koyar ve döner gider. İbrahim Havvâs hazretleri gerisini şöyle anlatır:
– Yahudi bana, buyur beraber yiyelim diye teklif dahi etmedi ve oturup kendi yedi. Ben aç kaldım. Bir müddet sonra çok güzel yüzlü ve güzel kokulu bir genç elinde benzeri görülmemiş bir ziyafet yemeği ile çıkageldi. Onu benim önüme koydu ve gitti. Bu defa ben yahudiye, “Buyur beraber yiyelim” dedim. Fakat yemedi, ben yedim. Bundan sonra yahudi,
– Yâ İbrahim! Bizim dinimizin aslı hak ise de tahrif olunmuştur. Fakat sizin dininiz daha ince, daha latif ve hak bir dindir. Müsaade eder misin, ben de sizin dininize gireyim, dedi ve müslüman oldu.
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi