Kısa hikayeler
Gayrimüslim Bayramları
İmam Rabbani (K.S) anlatıyor: “Müslüman bir komşum vefat etmek üzereydi. Beni çağırdılar, gittim. Kendini kaybetmiş olarak yatıyordu. Kalbine nazar ettim. Zifiri karanlık çökmüştü. Teveccüh ettim, dua ettim lakin zerre kadar karanlık dağılmadı. ‘Ya Rabbi! Bende mi bir kusur var? Sana bu kadar müracaat ettim ama bir faydası olmadı’ diye niyaz ederken kalbime şöyle ilham geldi:
“Eğer sen bu teveccühü dağlara yapmış olsaydın senin hürmetine dağları yerinden sökerdim. Ama bu adamın karanlığını açamazsın. Çünkü bunun karanlığı Hinduların bayramına katılmasındandır. Bu yüzden teveccühüne karşılık verilmiyor.”
Sonra kalkıp evime gittim. Bir zaman sonra komşumun öldüğü haberi geldi. Cenazesine gideyim mi diye kararsız kaldım. Rüyamda şöyle buyruldu: O kişinin zerre miktarda olsa imanı mevcuttur ve bunun bereketiyle cehennemde ebedi kalmaktan kurtulacaktır. Cenazesine gidebilirsin.”
O zamanlar Hindular’ın bayramlarında renkli bir pilav pişirilip dağıtılırmış. Bu müslüman onlara uyup pilav yapıyor, dağıtıyor ve bayramlarını kutluyormuş. Halbuki yaptığımız kutlamalara dikkat etmemiz gerekiyor. Acaba bu bir müslüman kutlaması mı, değil mi?
Etme Bulma Dünyası
Adamın biri yaşlı babasına bakmaktan bıkar. Onu sırtına alır ve dağa çıkarır. Sonra kaza süsü vererek bir uçurumdan aşağıya bırakır. Yıllar geçer, o da çoluk çocuk sahibi olur.
Yaşlanır. Oğlunun evinde kalmaktadır. Oğlu bir gün “Baba canın sıkılıyordur, gel seni biraz gezdireyim” diyerek babasını sırtına alır. Dağın yolunu tutar.
Bir müddet sonra yaşlı adam gitmekte oldukları uçurumlu yolu hatırlar. Oğluna şöyle der:
-“Daha fazla gitme oğlum, beni sırtında taşıyıp boşuna yorulma! Ben babamı buradan aşağıya atmıştım. Sen de buradan atıver!”
Mürşidlerin varlıklar üzerindeki tasarrufu
Ahmed Yesevi hazretleri, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin mürşidlerinin yolundandır. Bizim silsilemizde, hatmemizde adı geçen Abdülhalık-i Gücdevani hazretlerinin de mürşidinin halifesidir.
Ahmed Yesevi hazretlerinin bir öküzü varmiş, Mübarek, öküzün sırtına heybe asar, içine de yaptığı kaşık ve kepçeleri koyar, daha sonra bu öküzü çarşıya gönderirmiş, Öküz kendi kendine çarşıya gidermiş. Öküzün heybesinden kaşık ya da kepçe satın alanlar, ücreti yine heybeye brakırlarmış. Biri kaşık alıp heybeye para bırakmadığı zaman öküz bakıyormuş; adam nereye giderse peşinden gidiyormuş.
Adamcağız ne zaman mal alıp da parasını vermiş ise o zaman peşini bırakırmış. Bize bunlar şimdi hikaye gibi geliyor. Çünkü biz bu alemi hiç tanımıyoruz!
Akşam olmadan öküz dergâha gelir, günlük tahsilat ını verirmiş. Ahmed Yesevi hazretleri de heybedeki paraları alır talebeleri, dervişleri için harcar, muhtaçlara dağıtırmış. Onun adeti böyleymiş. Allah Teala bir öküzü ona hizmetçi yapmış; öküz, bir işçi gibi dergâhın işini görüyormuş. Kimsede de dergâhın alacağını, parasını bırakmıyor, alana kadar peşinden gidiyormuş.
Rabbimiz Teala her işi yaratmaya güç yetirir. Buna imanımız bir defa tam olmalıdır. Her işi akılla çözmek mumkün değildir. Evet, akıl büyük bir nimettir; eğer akıl, aklıselim olursa.. Allah Teala sevdiği için, dostunun hatırı için bize ters gelen bir işi de yaratabilir. Allah Teala’nın Kurân-ı Kerim’de buyurduğu gibi;
Kısa Hikayeler
“Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı OL demekten ibarettir. Hemen oluverir.”
(Yasin Suresi 36/82)