Habib-i Acemi Hazretleri
Tefecilikten Tövbeye
Habib-i Acemi hazretleri, himmet sahibi, yakin mâliki, ıssız ve kimsesiz yerlerin münzevisi, riyazet ve keramet sahibi büyük bir veliydi. Önceleri çok zengin bir kimse idi. Tefecilik yapar, faizle para verirdi. Her gün borç tahsil etmeye çıkardı, şayet para alarak borcunu tahsil ederse ne ala, aksi halde ayak kirası alır ve bununla da o günün nafakasını temin ederdi. Yine bir gün bir borçlunun evine gitti. Kapıdan seslendi, evin hanımı dışarı çıktı. Habib, borçlarını vermesi için geldiğini söyledi. Kadın,
-Beyim evde değil, dedi. Habib,
-Öyleyse ayak terimi ver, dedi.
-Elimizde hiçbir şeyimiz yok, az sonra pişireceğim bir tek kelle var, dedi. Habib,
-Olsun, onu ver, dedi.
Böylece Habib elinde kelle ile evine geldi. Hanımına verdi. Hanımı onu kazana koydu ve pişirmeye başladı.
Derken hanımı sofrayı hazırladı. Tam yemeğe oturacakları sırada kapı çalındı. Gelen bir dilenci idi. Sadaka istiyordu. Habib-i Acemi gelen dilenciyi azarladı ve yüzüne kapıyı kapattı. Dilenci üzüldü ve mahzun bir halde geri döndü.
Allah Teâlâ o zamana kadar Habib’e çeşitli fırsatlar vermişti, ama o anlamadı. Bu sefer Cenâb-ı Hak tenceredeki yemeği âdeta kan çanağına dönüştürüverdi. Kadın;
-Habib! Habib! Gel hele bir bak şuna, dedi.
Habib tencereye baktı. Bu hadise karşısında dehşete düştü. Kendisini bir korku sardı. Yerinde duramaz hale geldi. Artık o anda hakikati görmüştü. Allah Teâlâ ona ilâhi bir idrak nasip etti. Çünkü eti nereden ve kimden, nasıl aldığını o biliyordu, hanımı bilmese de..
Habib-i Acemi de öyle güzel şeyler söylemeye başladı ve,
-Hanım! Allah Teâlâ gönlümü değiştirdi. Artık ben, aldığım faiz paralarını almamaya yemin ettim, bütün yapmış olduğum günahlardan pişman oldum, dedi.
Böylece evden dışarı çıktı. Doğruca zamanın büyük velisi Hasan-ı Basri hazretlerinin dergâhına vardı. Yolda oyun oynayan çocuklar, Habib-i Acemi’yi görünce aralarında,
-Kaçın, kaçın! Faizci Habib geliyor. Ayağından kalkan toz, bize de gelir ve biz de onun gibi bedbaht oluruz, diyerek kaçıştılar.
Çocukların bu sözleri, ona çok ağır geldi. Hasan-ı Basri hazretlerinin meclisine vardı, huzurunda tövbekar oldu. Yaptıklarına pişman oldu. O da Habib’i talebeliğe kabul etti. Oradan ayrılıp evine dönerken, kendisine borcu olanlar onu görünce, alacaklarını talep eder korkusu ile kaçışmak istediler. Habib-i Acemi bu vaziyeti anlayınca,
-Kaçmayın, bugün asıl benim sizden kaçmam lazım, dedi ve kimden ne alacağı varsa, hepsini bağışladığını söyledi. Çocukların yanından geçerken, bu kez aynı çocuklar birbirlerine,
-Kaçın, kaçın! Tövbekar Habib geliyor. Üzerine bizden toz bulaşmasın. Bulaşırsa, bizler Allah’a âsi olmuş oluruz… diyerek kaçıştılar. Habib, bu sözleri duyunca çok duygulandı. Yüreği sızlayarak,
– Yâ Rabbi! Sana sonsuz hamdü senalar olsun ki, bir tövbemle ismimi kötüler arasından çıkarıp iyiler arasına kaydettin, diyerek Allah’a iltica etti. Sonra,
– Kimin Habib’e bir şey vermesi gerekiyorsa, gelsin ve senedini alsın, diye ilan verdi. Borçluların hepsi toplandı, birikmiş olan malların tamamını onlara verdi. Senetleri de iade etti. Hatta elinde hiçbir şey kalmadı. Biri geldi ve,
-Bana da vermen gerekir, diye davada bulundu. Verecek bir şeyi kalmamıştı, ona sırtındaki gömleği çıkarıp verdi. Başka biri daha geldi ona da hanımının çarşafını verdi.
Böylece herkesin hakkını iade etti, tövbe etti. Kendisine Fırat nehrinin kıyısında bir zaviye yaptı, gündüzleri gidip Hasan-ı Basrî hazretlerinden ilim tahsil ediyor ve geceleri de ibadet yaparak geçiriyordu.
Bir müddet geçince hanımı nafakasız kaldı ve,
-Ev için erzak lazım, dedi. Ama Habib-i Acemî gündüz vakti yine zaviyesine gitti ve ibadetle meşgul oldu. Akşamleyin tekrar evine döndü. Hanımı,
-Bir şey getirmedin mi, diye sorunca, Habib-i Acemî,
-Benim işinde çalışmış olduğum zat kerimdir, kerem sahibi olduğu için ondan bir şey istemeye utandım. Vakti gelince bizzat kendisi gönderecektir. Ücreti on günden on güne vermekte olduğunu bildiriyor, dedi. Sonra ibadete koyuldu. On günlük süre doldu. Onuncu gün eve ne götüreyim, diye endişelenmeye başladı. Bu düşünce ile evin yolunu tuttu. Hak Teâlâ evine üç hamal, ay yüzlü bir genç gönderdi. Hamalın biri bir yük yağ, diğeri bir yük bal, üçüncüsü bir yük et ve ay yüzlü genç ise içinde 300 dirhem bulunan bir kese getirmişlerdi. Genç, Habib-i Acemî’nin hanımına,
-Bunları (Habib’in işinde çalışmakta olduğu) işveren göndermiştir. Ayrıca diyor ki: “Habib’e söyle, o işini artırırsa, biz de ücretini artırırız” dedi ve bunu söyler söylemez geçip gitti. Akşam olunca, Habib düşüne taşına üzgün bir şekilde eve geldi, pişen yemeklerin kokusunu aldı, karısı kendisini karşıladı ve şöyle dedi:
– Kimin işinde çalışıyorsan, onun işini görmeye devam et, zira o, kerem ve şefkat sahibi, iyi bir işverendir. Bugün şu kadar gıda maddesi gönderdi. Ayrıca, “Habib’e söyle, işini artırırsa, biz de ücretini artırırız” diye haber yollamış. Bunun üzerine Habib-i Acemi hazretleri,
-Hayret bir şey, on gün çalıştım, bana bu iyiliği yaptı, eğer daha fazla yaparsam acaba ne yapar, bilemiyorum, dedi. Sonra dünya ve dünya sevgisine bağlanmaktan tamamıyla yüz çevirdi, tamamıyla Hakk’a yöneldi. Nihayet, duası makbul büyük bir veli oldu.
Siraceddin ÖNLÜER
SUFİLERDEN TÖVBE MENKIBELERİ BEN PİŞMANIM
Kusursuzluk mümkün değildir. Herkes küçük büyük pek çok hata işler. Asıl olan pişmanlık duymak ve hatadan vazgeçmektir. Zaten hiç hata işlemediğimizi düşünürsek kibirlenmiş oluruz. Hem hatalardan, hem kibirden kurtulmak için pişmanlığı bir ahlak haline getirmeliyiz. Sürekli tövbe etmeli, bağışlanma dileğini dilimizden düşürmemeliyiz. Ben Pişmanım da tövbe menkıbeleriyle örnek insanların bu yolda neler yaptıklarını göstermektedir.
Facebook sayfamız – Twitter sayfamız