Hacı Bayram’ın Zinciri
Fatih’in hocası ve İstanbul’un manevi fatihlerinden Akşemseddin Hazretleri (1390-1459) Şam’da doğmuş, yedi yaşında babası Şeyh Hamza ile Amasya’ya gelip yerleşmiş, zamanında okunan islâmî ilimleri tahsil ettikten sonra Osmancık’ta müderris olarak ders vermeye başlamıştı.
Henüz yirmi beş yaşlarında iken kendisine bir mürşid arayan Akşemseddin, önce şöhretini duyduğu Hacı Bayram Veli’ye intisap etmeyi düşünmüşse de, onun dervişlerle halktan yardım topladığını öğrenince dilencilik yaptığını zannederek bu isteğinden vazgeçti. Aslında toplanan yardımlar muhtaçların ihtiyacına sarfediliyordu.
Osmancık’tan ayrılan Akşemseddin, meşhur mutasavvıflardan Zeynüddin Hafî’ye intisap için Haleb’e gitti. Ancak rüyasında gördü ki, bir ucu kendi boynuna takılmış, diğer ucu Hacı Bayram’ın elinde bir zincirle Ankara’ya doğru çekiliyor. Bu berrak rüya üzerine Osmancık’a dönerek, oradan Ankara’ya giden Akşemseddin, Hacı Bayram’ın bağlılarıyla imece halinde tarlada burçak hasadı yaptığını gördü, varıp onlara katıldı.
Tarlada kendisine iltifat edilmedi. Daha sonra Hacı Bayram eliyle herkese yemek taksimatı yapılarak, oradaki köpeklere de yiyecek ayrılırken, ona yemekten bir pay verilmedi. Sonunda o da köpeklere ayrılan yemeğin yanına oturuverdi!
Bu hali gören Hacı Bayram Hazretleri: “Ey köse, gönlümüze girdin, beru gel!” diyerek onu kendi sofrasına çağırdı. “Zincir ile zorla gelen misafiri bu şekilde ağırlarlar!” dedi.
Hacı Bayram Veli, Akşemseddin’i kendi isteğiyle sıkı bir riyazet ve terbiyeye tabi tuttuktan sonra, ona irşad hilafeti verdi. Bazıları sormuşlar:
- Diğerlerine kırk yıldır hilafet vermedin; buna erken hilafetin hikmeti ne?
Hacı Bayram Hazretleri şu cevabı vermişler:
- Bu zeki ve anlayışlı biriymiş. Görüp işittiklerine inandı, hikmetini sonra kendisi anladı. Ama kırk yıllık diğer dervişler, bizden görüp duyduklarının hemen aslını ve hikmetini sorarlar.
(Akşemseddin’in içinde çile çıkardığı hücre, bugün de Ankara, Hacı Bayram Camii bodrumundadır.)
Mecdî, Hadâiku’ş-Şakâik, s. 240-41; Camî/Lamiî Çelebi, Nefahâtü’l-Üns (İst. 1998), s. 835-36; Ali İhsan Yurd, Akşemseddin (İst. 1994), s.130.
Akşemseddin’in Fetih Görüşü
Fatih Sultan Mehmed, hükümdar olduktan bir müddet sonra Edirne’de alimler ve amirlerle, memleketin ileri gelenleriyle istişare ederek, İstanbul’un fethi hususunda fikir alışverişinde bulunuyordu. (Müşavere heyetinde Molla Hüsrev, Molla Güranî ve Akşemseddin gibi büyükler de vardı.) Müzakere sırasında meclisteki alimler, ağırlıklı olarak görüş ve kanaatlerini şu şekilde ortaya koymuşlardı:
“Ashab-ı Kiram’dan itibaren nice hükümdarlar ve kumandanlar İstanbul’un fethine teşebbüs etmişler, fakat muvaffak olamamışlardır. Bazı hadis rivayetlerinde, Kostantiniyye (İstanbul) fethinin Benî Asfar ile yapılan bir savaştan sonra Rasul-i Ekrem s.a.v.’in soyundan olan bir zat (Mehdi) tarafından tesbih ve tehlil desteğiyle fetholunacağı haber verilmiştir. Binaenaleyh, İstanbul’un fethi Mehdi’nin işidir.”
Sultan Mehmed’in danışma meclisindeki alimler bu çerçevede görüş bildirmek suretiyle, İstanbul fethinin Sultan Fatih zamanında mümkün olmayacağını ileri sürüyorlar, padişahı böyle bir teşebbüsten vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Ancak mevcut rivayetlere daha farklı ve tutarlı bir yorum getiren Akşemseddin Hazretleri, heyette hakim olan kanaatin aksine şu görüşü sunmuştur: Önce Kostantiniyye’yi Sultan Mehmed fetheder, daha sonra bir zaman gelir Benî Asfar (Sarıoğulları) İstanbul’u işgal eder. Mehdi’nin fethi ise bu hadiselerden daha sonrasıyla ilgilidir.
İşte bu tesbiti muteber ve isabetli bulan Padişah, İstanbul’un fethine karar verir.
İstanbul kuşatmasından elli gün sonra zaferden ümidi kesen ileri gelen alimler ve devlet adamları padişaha geldiler: “Bir sufinin sözüyle bu kadar asker zayi oldu, bunca hazine telef oldu. Şimdi Avrupa’dan da kâfire yardım geldi, fetih ümidi kalmadı.” dediler.
Sultan Fatih işin sonunu merak ederek Akşemseddin’e haber saldı, fethin ne zaman mümkün olacağı hakkında görüş istedi. “Falan günün sabahı.” cevabını aldı. Gerçekten onun belirttiği vakitte (Salı günü) şehir fethedildi. Üç gün sonra Ayasofya camiye çevrildi. Orada ilk Cuma hutbesi de Akşemseddin tarafından okundu.
Emir Hüseyin Enisî, Menakıb-ı Akşemseddin; Ali İhsan Yurd, Akşemseddin, s.134.
Eyüp Sultan’ın Keşfedilmesi
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Akşemseddin Hazretleri’nden, Eyüb Sultan (Ebu Eyyûb Halid el-Ensarî) Hazretleri’nin mezar yerinin bulunmasını rica etti. Ebu Eyyûb Hazretleri, Emevîler döneminde İstanbul kuşatmasına katılmış ve hastalanarak vefat edince, surlar dışındaki bugünkü yerine gömülmüştü. Ancak zamanla mezarın yeri kaybolmuştu.
Akşemseddin, Padişah’ı keşfettiği mezar yerine götürdü. İki ağaç dalını alıp işaret ederek kabrin baş ve ayak hizasına dikti. “Yeri burasıdır!” diyerek oradan ayrıldılar.
Ancak Fatih bir adam göndererek, dalları yirmişer adım güney tarafa çektirdi ve kendi mührünü de ilk işaret dallarının orta yerine gömdürdü.
Sabah olunca, Fatih kabrin tekrar bulunmasını rica etti ve Akşemseddin’le aynı yere geldiler. Akşemseddin doğruca ilk işaret yerine gidip; “Dalların yeri değişmiş!” dedi. Sonra da: “Sultan Hazretlerinin mührünü çıkarıp teslim edin!” dedi. Kabrin başından biraz kazılınca “Bu Halid b. Zeyd’in kabridir.” manasında yazılı bir taş çıkacağını haber verdi. Orası kazıldı, aynen dediği gibi çıktı.
Bunun üzerine Fatih: “Zamanımda Akşemseddin gibi bir zatın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un fethinden dolayı duyduğum sevinçten az değildir.” diyerek Allah’a şükretti. Mezar üzerine bir türbe ve yanına cami yaptırdı.
Fatih, Akşemseddin Hazretleri’nden kendini tarikatına kabul buyurmasını rica etmişti. O ise padişaha şöyle bir cevap verdi: “Sultanım, sen tasavvufta bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın. Müslümanların rahat ve huzuru için devletin varlığı gereklidir. Adalet eylemek padişah için keramet sayılır. Seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni bozulabilir. Bunun da vebali büyük olur.”
Fatih, arzusunda ısrar ettiği ve hocası Akşemseddin’in İstanbul’da kalmasını istediği halde, o bu teklifi kabul etmedi; daha önce yerleştiği mekânı olan Göynük ilçesine döndü. Mart 1459’da orada vefat etti. Türbesi Göynük’te, Süleyman Paşa Camii yanındadır.
Onun bir sözü şöyledir: “Veli, insanlardan gelen sıkıntılara tahammül eden kimsedir. O toprak gibidir. Üstüne kötü şeyler atılsa da, topraktan hep güzel şeyler biter.”
Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 7/397-401; Akşemseddin, s.136.
Yusuf YAVUZ
Cezbe Nedir, Ne Demektir? (1)
Seyda Hazretlerinin Bir Kerameti