Nakşibendiyye tarikatı, Şah-ı Nakşibend olarak tanınan büyük kutub, meşhur gavs ve dâimî feyiz sahibi Mevlânâ Bahâeddin Seyyid Muhammed el-Üveysî el-Buhârî’ye (K.S) nispetinden dolayı böyle isimlendirilmiştir.
“Nakşibend” isminin manası: Hâce Mahmud İncîrfağnevî zamanından Seyyid Emîr Külâl (K.S) zamanına kadar Nakşibendî şeyhleri, gizli ve cehrî zikri bir arada yapıyordu; tek başına kaldıklarında gizli, toplu haldeyken de cehrî zikirle meşgul oluyorlardı.
Hâce Bahâeddin (K.S) posta oturunca şeyhlerinin şeyhi Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’nin (K.S) seyr âlemindeki ruhaniyetinden gelen bir emir neticesinde cehrî zikri terkedip gizli zikirle meşgul oldu.
Bundan sonra hem kendisi hem de müridleri yalnızken ve toplu haldeyken gizli zikir çekmeye başladılar. Bu şekilde zikir çekmeleri kalplerinde büyük bir tesire sebep oldu. Bu tesire “nakş”, zikre de “bend” yani rabt (bağ) deniyordu. Nakş, mum gibi maddelerin üzerine vurulan mührün şeklidir. Rabt ise o şeklin kaybolmadan orada kalmasıdır.
Şeyh Muhammed Esad Sâhibzâde [rahmetullahi aleyh] şöyle buyurmuştur: “Nakşibend’in anlamı, hakiki kemal sûreti olan nakşı müridin kalbine bağlamaktır.”
Nakşibendiyye Tarikatının Esasları
Nakşibendiyye tarikatının esasları çoktur, bunlar iki ana esasta toplanır. Kime bu iki esas verilmişse bütün hayırlar verilmiş demektir.
Birinci esas: Bütün hal ve hareketlerde, ibadetlerde, davranış ve ilişkilerde Resulullah’a (SAV) tam olarak ittiba etmektir.
Bu, sahabe (R.A) yolunun esasıdır.