Mürşide itiraz
Tasavvufî yaşantıda dikkat çekici unsurlardan biri de, müridin mürşidinin isteklerini itirazsız kabullenişidir. Bu konu dinî hassasiyet adına kuşku ve eleştirilere sebep olmakta, bazen de yanlış uygulamalar bu eleştirileri haklı çıkarmaktadır.
Sahih tasavvufî yaşantıda mürşidin istekleri mürid için ne anlam ifade eder? Mürşide hiç itiraz edilemez mi? Ya da hangi durumlarda itirazlar olabilir? Bu itirazların sonuçları neler olabilir?
Tasavvufu yaşamadığı için anlayamayanların cevap aradığı sorulardan biri de şu:
“Mürşidler müridlerinden tam teslimiyet istiyor. Mürşidine itiraz eden kurtuluşa eremez deniliyor. Velilere karşı çıkan, onları eleştiren, verdikleri emrin aksine giden çarpılır diye insanlar tehdit ediliyor.
İnsanlar Allahu Tealâ’nın emrine uymadığı zaman çarpılıp ağzı burnu felç olmuyor da, bir mürşide karşı çıktığı zaman mı çarpılacak? Ayrıca Ashab-ı Kiram’ın ve özellikle Hz. Ömer’in, zaman zaman Hz. Peygamber A.S.’ın bazı uygulamaları karşısında ‘niçin böyle yapıyoruz, şöyle yapılsa daha iyi olmaz mı?’ tarzında farklı görüş bildirdiği, Efendimiz A.S.’ın da bazen bu görüşleri benimseyip, kendi kararından vazgeçtiği bilinmekte. Mürşidlerin konumu nedir ki, onlara hiç itiraz edilmesin, itiraz edenin yüzü gülmesin?”
DOĞRU İTİRAZ MI, DOĞRULARA İTİRAZ MI?
Önce şunu belirtelim ki, gerçek mürşidler kendilerinin peygamberler gibi masum olduğunu, hiç hata yapmayacaklarını söylemezler. Onlar, Hz. Ömer R.A. gibi: “Bana hatalarımı gösteren kimseye Allah rahmetini ulaştırsın” der. Allah için kusurunu söyleyene hayır dua ederler. Bunun için Allah rızasından başka bir dertleri olmayan kâmil mükemmil insanlarla, dünya ve şöhret delisi olan kimseleri muhakkak birbirinden ayırmalıdır.
Şekli mürşide, sıfatı şeytana benzeyen bazı şarlatanlara itiraz eden çarpılmaz, aksine sevap kazanır. Fakat, ilâhi aşk ile parlayan bir velinin gönlü Cenab-ı Hakk’ın aynası gibidir. Onu üzen, Yüce Mevlâ’yı gazaplandırır. Bu durumda bir Allah dostunu haksız yere incitmek ve karalamak, başı demir tokmağa vurmaktan daha tehlikelidir.
Esasen haklı olduğu bir konuda, düşmanımıza bile itiraz etmek hak değildir. Keyfi ve menfaati için hakkı inkâr eden, haklıyı tenkitle uğraşan kim olursa olsun, onun hesabını Allah-u Tealâ görür.
Kâmil bir mürşide itiraz edenler birkaç gruptur. Bunların bir kısmı mazur, bir kısmı sorumludur.
İYİ NİYET, İYİ SONUÇ
Mazur olanlar iyi niyetlidir. Dertleri kusur aramak değil, kusuru kapatmaktır. Mürşidden duydukları veya gördükleri bazı şeyleri akılları almamaktadır. Ona göre bazı sözler ve işler ilme ters gözükmektedir. Bazı uygulamalar dine aykırı gibi durmaktadır. Onun için bu kimse, din gayreti ile yanlış gördüğü şeyi düzeltmeye çalışır, niçinini sorar, izahını ister. Aslında yanlış zannettiği şeylerin çoğunlukla ilme ve hikmete göre bir izahı vardır. Hepsi dinî bir delile dayanmakta, makul bir sebebi bulunmaktadır. Ancak bazı işler sırlı, bazı deliller saklı, bazı akıl ve anlayışlar farklı olduğu için, işin iç yüzü anlaşılmamakta ve itiraz olmaktadır. Aslında bazı işler herkesin kolayca anlayabileceği türden değildir.
Bunun için kâmil mürşidlerin bazı sözlerini veya hallerini anlamayan kimse cevabı nefsine değil, işin sahibine sormalıdır. Bu onun için daha hayırlı olacaktır. Veli kendisine itiraz edenin niyet ve edebine bakar. Niyeti dini korumak ve hakkı savunmak olanlara hayır dua eder. Kendisini anlamadığı ve karşı çıktığı için ona düşman olmaz.
Bu durumla ilgili şöyle bir örnek anlatılır:
Velilerden Hallac-ı Mansur, ilâhi aşk ve cezbe halinde söylediği bir sözden dolayı dinden çıkmakla suçlandı. Kendisi: “Enel Hak (Ben Hakk’ım)” demişti. Bu sözden tevbe etmesi istendi. “Sözüm haktır, ispatı Hak katındadır.” dedi ve vazgeçmedi. Dinden çıktığı düşüncesiyle öldürülmesine karar verildi, idam sehpası kuruldu. Hallac İki rekat namaz kıldı, dua etti. Duasının bir yerinde şöyle diyordu:
“Allahım! Şu topluluk senin kullarındır. Dinlerine olan bağlılıkları yüzünden ve sana yaklaşmak ümidiyle beni öldürmek için toplanmışlar. Onları affet. İyi biliyorum ki, bana açtığın sırları onlara açsan, yahut onlardan gizlediğin şeyleri benden de gizleseydin bu hal başıma gelmezdi. Yaptığın şeyler için sana hamd, istediğin şeyler için de yine sana hamd olsun!”
DÜŞMANLIKLA İTİRAZ
Gerçek mürşide itraz eden bir grubun da bu itirazıyla sorumluluk altına gireceğini söylemiştik. Böylelerinin itirazı inadınadır. Hep kendisini haklı görür, kimseye haklılık payı vermez. Dini kendi bildiğinden ibaret sanır. Farklı görüş ve tarzlara tahammülü yoktur. Önüne geleni karalar ve incitir. Özellikle insanların Allah için etrafında toplandığı ve fayda gördüğü velilere çatar. Nefsini unutur, Allah için sevilen ve sözü dinlenen salih insanlarla uğraşır. Devamlı tenkit edip durur.
Aslında böylelerinin tespitleri genellikle yanlıştır. Bilgisi noksandır, kanıtları zayıftır. Sözleri hissî, davranışları edep dışıdır. Niyeti düzeltmek değil, bozmaktır. Değerli şahıs ve makamlara karşı gereken edebi göstermekten ısrarla kaçınarak kendine bir yer edinmeye çalışır. Aslında karalayıp durduğu şahısların daha fazla sevilmesinden rahatsız olmaktadır.
Bu kişilik yapısına sahip kimseler, şu kudsi hadisin muhatabı durumundadır:
“Kim benim veli kullarımdan birisine düşmanlık ederse, ben o kimseye savaş ilan eder, dostumun intikamını alırım.” (Buharî, İbnu Mace, Tebaranî)
Şu hadis de çok düşündürücü:
“Allah’ın hükümlerini ayakta tutan imamı hafife alıp insanların gözünde küçülten kimseyi Allah kıyamet günü rezil eder.” (Tirmizî, Ahmed)
Bir mümine yakışan en önemli özellik, önce kendi kusurları ile meşgul olmak ve noksanını tamamlamaktır. Sonra, mümin kardeşlerinin gözüken kusurlarını düzeltmek gelir. İnsanlarda kusur arama derdi kadar büyük bir dert yoktur. Ancak, ayan-beyan ortada duran kusurlara göz yummak, bana ne deyip başından savmak da ayrı bir felakettir. Büyük velilerden Rüveym K.S. bu konuda şu mühim tespiti yapıyor:
“Sufiler, aralarında hakkı çiğneyen ve edebi zayi edenlere kızdıkları sürece hak üzere, hayır içinde kalmaya devam ederler. Fakat herkes diğerinin hatasına göz yumar ve yanlışına razı olursa, helak olurlar.” (Sühreverdi, Avarifu’l-Mearif)
Hiçbir mürşidin elinde iyilere sevap verme, kötülere ceza kesme yetkisi yoktur. Mürşid, müridlerini Allahu Tealâ’nın iyi kullara vaadettiği müjdelere ulaştırmak ve günahkârlar için hazırladığı azaptan kurtarmak için uğraşır. Bunun tek yolu Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat etmektir. Allah’ın emrini tebliği eden kimseye itiraz eden kimse, aslında Allah’a itiraz etmiş olur. Bu itirazla kendisini ilâhi tehdit altına atmış ve cezalandırmış olmaktadır. Bu tür tenkit ve itirazlar, daha çok mürşidleri reddedenlerden gelmektedir.
MÜRŞİDİN İSTEKLERİNE MUHALEFET
Önce şunu belirtelim ki, yap veya yapma şeklinde emir ifade eden her söz, her zaman kesin hüküm bildirmez, muhakkak yapılması gerekmez. Kur’an ve Sünnet’te geçen her emir aynı kesinlikte değildir. Bazı emirler farz hükmündedir, muhakkak yapılması gerekir. Bazı emirler tavsiye niteliğindedir. Bazı emirler de teşvik içindir, muhatap serbesttir; yaparsa fayda görür, yapmazsa zararı yoktur.
Mürşidin emirleri de işte bu son türdendir. Mürşidin tek hedefi, kendi nefsi ve müridi üzerinde dinin emirlerini uygulamaktır. Müridin terbiyesi ve tedavisi için bazı şeylerin yapılmasını ister, bazı işlerden de sakındırır. Bu durumda mürşidin muradını iyi anlamalıdır. Kesin emirle serbest bırakılan işler birbirinden ayrılmalıdır.
Terbiye işinde hüküm mürşide aittir. Hareket şeklini o belirler. Kalp hastalığına teşhisi o koyar, reçeteyi o yazar. Artık bundan sonra iş hastaya kalır. İyileşmek isteyen hastaya doktoruna muhalefet değil, itaat düşer. Mürşidini dinlemeyip onun verdiği ilacı içmeyen ve kendi bildiğine giden mürid şekil olarak elbette çarpılmaz. Ancak ahlâk olarak çarpık halde kalır, manevi hastalıkları iyileşmez, derdi bitmez. Diğer taraftan İstenen şeyi gücü kadar yapan kimsenin yapamadıkları affedilir, zayıf kaldığı noktada desteklenir, noksanı tamamlanır.
GEREKSİZ SORU, GEREKSİZ SORUMLULUK
Müridin mürşidinin emirlerine karşı nasıl davranacağını şu hadis-i şerif çok güzel ifade eder. Hz. Ebu Hureyre R.A. anlatıyor:
Rasulullah A.S. bize bir hutbe okudu. Buyurdu ki:
“Ey insanlar! Allahu Tealâ size haccı farz kıldı, haccediniz.” O esnada bir adam:
“Her sene mi haccedeceğiz, ey Allah’ın Rasulü?” diye sordu. Rasulullah A.S. sustu, bir cevap vermedi. Adam sorusunu üç kez tekrarladı. Rasulullah A.S. adama:
“Eğer evet deseydim her sene haccetmeniz gerekecekti. Siz ise buna güç yetiremeyecektiniz.” buyurdu ve şöyle devam etti:
“Beni kendi halime bırakın, beni size bir şey söylemeye zorlamayın. Sizden öncekiler, peygamberlerine çokça soru sorup aldıkları cevabın tersine hareket ettikleri için helak oldular. Ben size bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiği kadar yapınız. Size bir şeyi yasakladığım zaman onu tamamen terk ediniz.” (Müslim, Nesaî, İbnu Mace)
İnsanı helak eden muhalefet kalple olandır. Bir kimse kendisinden istenen şeye içinden itiraz etse de dışından yapıyor gözükse, o ya münafık ya da gösterişçidir.
Eğer muhalefet gaflet, cehalet veya tembellikten kaynaklanıyorsa, o kimse kalbi zayıf ve hislerine mağlup bir kimsedir. Onun iman noktasında bir şüphesi yoksa, ameldeki kusurlarını düzeltmesi kolaydır. Ancak muhalefet, inat ve ısrara dayanıyorsa ve o kimsede kalp kayması varsa, tehlikenin kenarındadır.
Mürşidin, ‘şunu yapınız’ dediği şeyler, güç yettiğince yapılmalıdır. Ancak, ‘şunu yapmayın’ diye yasak ettiği işleri tamamen terk etmek gerekir. Terketmeyen, kendi haline terk edilir.
Mesela mürşid bir talebesine ‘kapı komşun olan fakirleri gözet, onları doyur’ diye bir emir verse, emri alan kimse, günde sadece bir ekmekle de olsa komşularını doyursa, emri yerine getirmiş olur. Kimse ona, ‘niçin fakirlere et yedirmedin, bal şerbeti içirmedin, meyve ikram etmedin’ demez. Ancak bu kimse işgüzarlık yapıp, ‘efendim, onlara ne yedireyim? Et, süt, bal ikram edeyim mi?’ dese, bu kendisini sıkıntıya sokmaktan başka bir şey değildir.
Gereksiz soru işi zora sokar. Gücün üstündeki yük taşıyanı yorar. Görev istenmez, verilir. Görev verilince destek de gelir. Alınan her hizmet, iş ve vazife emanettir. Aldığı görevin hakkını vermeyen kimseye ikinci görev verilmez. Emaneti zayi edenin elinden de emanet alınır.
İSTİŞAREDE USÜL VE EDEP SINIRI
Kâmil mürşidden her alanda ehliyet, her sanatta muvaffakiyet, her hükmünde isabet beklenmez. Onun sanatı kalpleri Allah’a bağlamaktır. İşi edep ve güzel kulluktur. Sermayesi, ihlas ve muhabbettir. Başında bulunduğu işin ehlidir. İrşad işinde hüküm ve karar yetkisi ondadır. Mürşidin, dinin bütün sahalarında müctehit seviyesinde alim olması gerekmez. Dünya işlerinde bilmediği şeyler çoktur. Onun için, fıkıhla ilgili bilmediği bir meseleyi fıkıh alimine sorar. Dünya işlerini ehline havale eder, işi bilenden yardım ister. Bu hal mürşidliği zedelemez.
Mürşid bir konuda istişare ederken, mürid bildiği doğruları söylemelidir. Mürşidine yardımcı olmalıdır. ‘Bu konuda ne diyorsunuz?’ diye fikir sorduğunda farklı fikir söylemekten korkmamalıdır. Gerekirse mürşidin tercih ettiği görüşün aksini o mecliste ifade etmeli, ancak sonuçta verilen hükme rıza gösterip, gereği yapılmalıdır. Benim teklifim kabul görmedi diye rahatsız olmamalı, itaatta gevşek davranmamalıdır.
Ashab-ı Kiram, Rasulullah A.S. Efendimiz’in kulluk ve ibadetle ilgili her hükmüne hiç itirazsız teslim olmuşlardır. Fakat konu ticaret, siyaset, savaş gibi dünya işleri olunca, bildikleri farklı fikirleri söylemekten çekinmemişlerdir. Bunu Efendimiz’in ve müslümanların sıkıntıya düşmemesi için yapmışlardır. Niyetlerinde samimi, ifadelerinde son derece edepli olmuşlardır. Efendimiz A.S.’ın muradını ve işin icabını dikkate almışlardır. Şu örneği iyi düşünelim:
Rasulullah A.S. Efendimiz, suç işleyen bir kadına gereken cezayı vermesi için Hz. Ali R.A.’a emir verdi. Hz. Ali kadının yeni doğum yaptığını, cezayı uygularsa ölebileceğini tespit etti. Cezayı uygulamadı, tehir etti. Durumu gelip Efendimiz’e haber verdi. Efendimiz A.S.:
“Güzel yapmışsın.” buyurdu. (Müslim, Tirmizî)
Burada Hz. Ali R.A., Rasulullah A.S. Efendimiz’in emrine muhalefet etmedi, işin gereğine göre hareket etti. Efendimiz de kendisini tasdik etti.
Hz. Ömer R.A.’ın ve diğer sahabilerin Efendimiz’in emirleri karşısındaki bütün tutumları hep bu edep çerçevesinde olmuştur.
Farklı fikir, iyi niyetle söylenince fitne olmaz, fayda verir. Kalbi doğru olanın dili sürçüp yanlış söylese de kusuru affedilir. Ancak kötü niyetli bir kimsenin doğruları bile niyetine uygun kötü sonuç verir. Kimin neyi ne için yaptığını en iyi Allahu Tealâ bilir. Gizli açık her şeye şahit olan Yüce Rabbimiz, herkesin hesabını görmeye kâfidir.
Dr. Dilaver Selvi
Mürşide itiraz
Himmet
Mürşid ile Tevbeye Mecbur muyuz?
Seyda Hazretlerinin Bir Kerameti