Eşkiyalıktan Veliliğe Fudayl Bin İyaz
Fudayl Bin İyaz hazretleri, tövbekarların önderi, kerem ve ihsan güneşi, vera’ ve irfan deryası, sofiler zümresinin ulularından ve iki cihandan yüz çeviren büyük bir veli idi.
Önceleri, Merv ve Ebiverd şehirleri arasında eşkiyalık yapardı. Fakat tabiatı hayır ve salaha meyilli idi. Öyle ki soyduğu kafilede bir kadın bulunacak olsa, ona ilişmezdi. Fakir ve sermayesi az olan bir adamın malını almazdı. Herkese sermayesine göre bir şey bırakırdı. Sahranın ortasında bir çadırı vardı.
Eşkiya reisi olduğu için kendisi içeride otururdu. Adamları soydukları her kafilenin malını önüne getirirler, o da dilediğini kendine ayırırdı. Bir gün muazzam bir kervan çıkageldi. Eşkiyalar kervanın gelmekte olduğunu farkedip hazırlık yaptılar. Kervanla birlikte gelen bir kişi haramilerin sesini işiterek, kafile başkanına haber verdi.
Başkan da haramilerden gizlemek için yanındaki altınları alıp çöle açıldı. Orada bir çadır gördü. Çadırda sırtına abâ giymiş biri oturuyordu. Bu Fudayl’dan başkası değildi.
Durumdan haberdar olmayan başkan, altınları ona emanet etmek istedi. Fudayl altınları çadırın içinde bir köşeye koymasını söyledi. Başkan da altınları bırakıp geri döndü. Kervanın yanına varınca haramilerin bütün kervanı soyduğunu gördü. O da geriye kalan birkaç eşyasını toplayıp, çadırın yolunu tuttu.
Oraya vardığında bir de ne görsün! Eşkıyalar oturmuş malları taksim ediyorlardı. Adamcağız bir âh çekti ve;
– Demek altınlarımı haramilerin eline teslim etmişim, diye hayıflandı. Geri dönmek isterken Fudayl onu gördü ve,
– Gel, diye seslendi. Oraya varınca Fudayl,
– Senin burada ne işin var, diye sordu. Başkan,
– Emaneti almak için gelmiştim de… dedi. Fudayl,
– Nereye koyduysan git oradan al, dedi. Adam gitti ve altınları koyduğu yerden aldı. Yoldaşları Fudayl’a,
– Biz bu kervanda hiç nakit bulamadık, sen ise bunca nakdi iade ediyorsun, dediklerinde Fudayl,
– O, hakkımda hüsnüzan besledi ve ben de Allah Teâlâ hakkında hüsnüzan besliyorum. Ben onun hakkımdaki hüsnüzannını doğru çıkardım. Belki Allah Teâlâ da benim kendisi hakkındaki hüsnüzannımı doğru çıkarır, dedi.
Fudayl Bin İyaz ilk zamanlarında bir kadına aşık olmuştu. Eşkıyalıktan her ne elde ederse ona gönderirdi. Zaman zaman kendisi de yanına giderdi, tutkusundan ağlardı. Bir defasında yine akşama kadar gönül eğlemiş, çıktığı duvar üzerinde kadınla muhabbet ediyordu. Bu esnada oradan bir kervan geçmekteydi. İçlerinden biri, Kur’ân-ı Kerîm’in,
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?” (Hadîd 57/16) mealindeki âyet-i kerimesini okuyordu. Okunan bu âyet bir ok gibi Fudayl’ın yüreğine saplandı, İçinden;
-“Geldi, geldi… Hatta geçti bile” diye söylendi. Kendinden geçmiş bir halde şaşkın ve mahcup olarak bir harabeye sığındı. Günahlarına samimiyetle tövbe etti. Kafilede bulunan kimseler,
-“Fudayl yolumuzun üzerinde.. Acaba nasıl gideceğiz” diye birbirleri ile konuşuyorlardı. Onların bu konuşmalarını duyan Fudayl şöyle seslendi:
-“Size müjdeler olsun! Şimdi o, yaptıklarına pişman oldu, tövbe etti. Bundan önce, nasıl siz ondan kaçmışsanız, o da bundan sonra sizden kaçmakta, aynı işleri yapmaktan uzaklaşmakta, sakınmaktadır” diyerek tövbe ettiğini bildirdi.
Bundan sonra hasımlarını ve haksızlık yaptığı kimseleri memnun etti, aldığı malları fazlasıyla sahiplerine geri verdi. Herkesle helâlleşti. Samimi tövbesi onu, Allah’ın sevgili kulları arasına soktu. Fudayl, işte böyle mahcup ve mahzun dolaşırken, Ebîverd’de onu gören bir yahudi, kendi yoldaşlarına,
-“İşte şimdi Muhammediler’le eğlenmenin tam zamanı” dedi. Sonra da,
-“Ey Fudayl! Eğer sana hakkımı helâl etmemi istiyorsan, falan yerde bulunan kayalık tepeyi kaldır, yerini dümdüz et” diye bir şart ileri sürdü.
Tepe gayet büyüktü. Fudayl, bu tepeyi gece gündüz demeden kazmaya başladı. Nihayet bir seher vakti bir rüzgâr çıktı. O rüzgâr, kayalık tepeyi yerinde hiçbir şey yokmuş gibi dümdüz bir hale getirdi. Bu manzarayı gören yahudi bu defa,
-“Malımı iade etmedikçe hakkımı sana helâl etmeyeceğim, diye yemin etmiştim. Şu yastığın altında altınlarım var.
Şimdi, sana hakkımı helâl edebilmem için onları al bana ver” dedi. Maksadı Fudayl’ı denemekti. Fudayl, elini yastığın altına soktu ve bir avuç altın çıkarıp yahudiye verdi. Bu defa yahudi,
-“Sana hakkımı helâl etmeden evvel bana İslâm’ı arzet” dedi. Fudayl,
-“Bu ne hal böyle” deyince, yahudi,
-“Ben seni imtihan ettim, aslında yastığın altında çakıldan başka bir şey yoktu. Elinde çakılın altın olduğunu görünce anladım ki, samimisin ve dinin de haktır” dedi ve müslüman oldu.
Fudayl Bin İyaz, daha sonraları hanımıyla birlikte Mekke’ye gitti. Orada evliyanın halkasına katıldı. Kûfe’de İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinin derslerine katıldı. Ondan ilim ve edep öğrendi. Kuvvetli hafızası vardı. Kısa zamanda çok sayıda hadis-i şerif ezberledi ve hadis ilminde mütehassıs oldu.
Eski eşkıya Fudayl, sonraki hayatında artık bir hikmet, marifet ve hakikat pınarıydı. Mekkeliler yanına gelip sohbetinde bulunmaya gayret ediyorlardı. Kerametleri herkes tarafından biliniyordu. Uzak mesafelerden onu ziyarete gelenlerin haddi hesabı yoktu.
Siraceddin ÖNLÜER
Kusursuzluk mümkün değildir. Herkes küçük büyük pek çok hata işler. Asıl olan pişmanlık duymak ve hatadan vazgeçmektir. Zaten hiç hata işlemediğimizi düşünürsek kibirlenmiş oluruz. Hem hatalardan, hem kibirden kurtulmak için pişmanlığı bir ahlak haline getirmeliyiz. Sürekli tövbe etmeli, bağışlanma dileğini dilimizden düşürmemeliyiz. Ben Pişmanım da tövbe menkıbeleriyle örnek insanların bu yolda neler yaptıklarını göstermektedir.
Eşkiyalıktan Veliliğe Fudayl Bin İyaz