Sad Suresi
Kuranı Kerim’in 38.suresi olan Sad Suresi.
Kamer sûresinden sonra Mekke’de inmiştir 88 âyettir. İsmini birinci âyette yer alan Sâd harfinden alır.
İlk ayetteki “Kur’an” kelimesiyle Kur’an-ı Kerim’in bütünü veya özellikle bu sure kastedilmiş olabilir. “Öğüt ve uyarı” diye çevirdiğimiz aynı ayetteki zikr kelimesi “şeref, şan” anlamına da gelmektedir.
Bu anlam dikkate alındığında ilgili cümleyi, “Şerefli, şanlı Kur’an’a andolsun ki” şeklinde anlamak gerekir. Birinci anlama göre Kur’an’ın, insanları batıl inançlardan kurtarıp doğru inançlara yöneltmeyi; hak ve adaletle bağdaşmayan, insanlık onuruna yakışmayan tutum ve davranışlardan arındırıp temiz bir hayata, erdemli davranışlara kavuşturmayı amaçlayan buyruk ve yasaklarına, aydınlatıcı ve uyarıcı mahiyetteki açıklamalarının önemine dikkat çekilmekte.
İkinci anlama göre bu ifade, anılan özellikleriyle Kur’an’ın müslümanlar için gelecekte bir şeref kaynağı olacağı, Kur’an sayesinde müslümanların şanlı bir uygarlık kuracakları müjdesini içermektedir. Nitekim surenin son ayetinde de bu müjdenin mutlaka gerçekleşeceği bildirilmektedir.
İnkarcıların genel tutumu, öğüt ve uyarı dolu Kur’an’ı Allah kelamı saymama ve onun bu özelliklerini tanımama yönünde olduğu için 2. ayetin başındaki “bel” edatını, “bu uyarıya kulak verecekleri yerde” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk.
Burada inkarcıların belirtilen tutumlarının haklı bir gerekçeye dayanmadığı, yani onların inkarlarının, Kur’an’ın gerçekten bir öğüt ve uyarı taşımamasından yahut bir değer eksikliğinden kaynaklanmadığı; aksine cahilce bir gurur, büyüklenme ve benlik duygusuyla inatlaşma ve düşmanlık psikolojisinden doğduğu bildirilmektedir (İbn aşur; XXIII, 204-206).
Nitekim Bakara suresinde de (2/206) aynı tutum, “Ona, ‘Allah’tan kork!’ dense gururu kendisini günaha sürükler” şeklinde dile getirilmiştir.
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
- Sâd. Öğüt veren Kur’an’a yemin ederim ki,
- Küfredenler, (iddia ettiklerinin) aksine, bir gurur ve tefrika içindedirler.
- Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler. Halbuki artık kurtulma zamanı değildi.
- Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve kâfirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır!
- Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler.
- Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur.
- Son dinde de bunu işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır.
- Kur’an aramızdan Muhammed’e mi indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler. Belki, bunlar Kur’an’ım hakkında şüphe içine düştüler. Hayır! Azabımı henüz tatmadılar.
- Yoksa azîz ve lütufkâr olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır!
- Yahut göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı onların elinde midir? Öyleyse (göklerin) yollarında yükselsinler (görelim)!
- Onlar, çeşitli guruplardan oluşmuş bir ordudur; işte şurada bozguna uğratılacaklardır.
- Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun da, yalanladılar.
- Semud, Lut kavmi ve Eyke halkı da (peygamberleri) yalanladılar. İşte bunlar da (peygamberlere karşı) birleşen topluluklardır.
- Onların her biri gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden (kendilerine) azabım hak oldu.
- Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
- Rabbimiz! Bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler.
- (Resulüm!) Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi.
- Biz, dağları onun emrine vermiştik.Akşam sabah onunla beraber tesbih ederlerdi.
- Kuşları da toplu halde onun emri altına vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi.
- Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş; ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik.
- (Ey Muhammed!), Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanmışlardı.
- Davud’un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. “Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster” dediler.
- (Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken “Onu da bana ver” dedi ve tartışmada beni yendi.
- Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.
- Sonra bu tutumundan dolayı onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.
- Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.
- Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!
- Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?
- (Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
- Biz Davud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.
- Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.
- Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
- Süleyman: Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
- Andolsun biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.
- Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.
- Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik.Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.
- Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da.
- Ve daha diğerlerini de zincirlerde bağlı olarak (Onun emrine verdik.)
- “İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır” dedik.
- Doğrusu onun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır.
- (Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.
- Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik).
- Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.
- Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.
- (Ey Muhammed!), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.
- Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.
- Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.
- İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.
- İşte bu, bir hatırlatmadır. Doğrusu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır.
- Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.
- Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler isterler.
- Yanlarında, eşlerinden başkasına bakmayan, kendilerine yaşıt güzeller vardır.
- İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır.
- Şüphesiz bu, bizim verdiğimiz rızıktır. Ona bitmek ve tükenmek yoktur.
- Bu böyle; ama azgınlara kötü bir gelecek vardır.
- Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir.
- İşte bu; kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar
- Buna benzer daha türlü türlü başkaları da vardır.
- (İnkârcıların liderlerine:) İşte bu sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur (denildiğin de, liderler:) Onlar rahat yüzü görmesin (derler) Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir.
60 . (Liderlere uyanlar ise:) Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu bize siz sundunuz! Ne kötü bir yerdir! derler.
- Yine onlar: Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını iki kat artır! derler.
- (İnkârcılar) derler ki: Kendilerini dünyada iken kötülerden saydığımız kimseleri burada niçin görmüyoruz?
- Alaya aldığımız onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden mi kaçırdık?
- İşte bu, cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir gerçektir.
- (Resûlüm!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah’tan başka bir tanrı yoktur.
- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) üstündür, çok bağışlayıcıdır.
- De ki: “Bu büyük bir haberdir.”
- “Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.”
- Onlar orada tartışırken benim mele-i a’lâ hakkında hiçbir bilgim yoktu.
- Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.
- Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.
- Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!
- Bütün melekler toptan secde ettiler.
- Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
- Allah! Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.
- İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
- Allah: Çık oradan (cennetten)! Sen artık kovulmuş birisin.
- Ve ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu.
- İblis: Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.
- Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin.”
- “O bilinen güne kadar” buyurdu.
- İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
- “Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç” dedi.
- Allah buyurdu ki, “O doğru ben hep doğruyu söylerim.”
- “Mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım!.”
- (Resûlüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.
- Bu Kur’an, ancak âlemler için bir öğüttür.
- Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi öğreneceksiniz.
Sad Suresi
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi