Bilal-i Habeşi
Bilal-i Habeşi hazretleri, ilk iman edenlerden olup, müşriklere karşı Müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi kişiden biridir. Müslüman olmadan önce, Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye’nin kölesi idi. O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan’da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlaksızlık namına ne varsa hepsi yapılıyordu.
Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilal-i Habeşi idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hali vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vasıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.
Bilal-i Habeşi hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.
Hür insan gibi yaşardı
Ticaret için uzun yol giden kervan yorgunluktan yürüyemez hale gelince, bunun nameleri ile canlanır, develer bile bunun güzel sesini işitince, coşup çatlarcasına yol alırlardı. Onun bu özelliklerini bilen sahibi Ümeyye, ona diğer kölelerden ayrı muamele yapardı. Sanki köle değil hür bir insan gibi yaşardı.
Bilal-i Habeşi yine bir gün, bir kervanla Şam’a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebu Bekir de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticaretti.
İslam güneşinin doğmasına ve alemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir bu yolculukta gördüğü bir rüya sebebiyle sefer dönüşü iman nuru ile şereflenmişti.
Bir gece yarısı Bilal-i Habeşi hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:
- Bilal! Bilal!
“Gecenin bu saatinde bu ses nedir” diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:
- Bilal! Bilal!
Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:
- Sen kimsin?
-
Ben Ebu Bekir.
-
Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyleyeceklerini sabah söyleyemez miydin? Acelen nedir?
-
Sabahı beklemeden, sahibin duymadan söylemem lazımdı, onun için geldim.
-
Beni meraklandırdın! Söyleyeceğini hemen söyle!
-
Ya Bilal! Bu ümmetin peygamberi geldi.
-
Kimdir?
-
Ebü’l-Kasım.
-
Peki peygamber olduğunu nasıl anladın?
Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir şöyle cevap verdi:
- Şam yolculuğunda gördüğüm rüyayı anlattıktan sonra kendisine, “Ya Ebe’l Kasım, sen Allah’ın Resulü olduğunu söylüyor, imana davet ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordum. O da, (Evet ya Eba Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazret-i İbrahim’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi) dedi. Ben de, “Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allah’ın Resulüsün” deyip huzurunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedi saadete kavuşmanı istiyorum,
Hz. Ebu Bekir’in bu cevabı üzerine, onu yakinen tanıyan, samimiyetinden hiç şüphesi olmayan Bilal-i Habeşi hazretleri, Kelime-i şehadeti getirip Müslüman oldu.
Bilal-i Habeşi, Müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile batıl arasında vuku bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücahidi olmuştu. Zalim Ümeyye; O’nun Müslüman olduğunu anladığı zaman, daha da hainleşti. Çaresiz kölesini sırtüstü veya yüzükoyun, kızgın çöllere yatırırdı. Sonra da çıplak vücuduna, kocaman kaya parçaları koyar ve Peygamber efendimizi inkar etmesini emrederdi.
Ama o Habeşli Mü’min, alnındaki boncuk boncuk terlerle inleyerek seslenirdi:
- Allah birdir, Allah birdir. Muhammed, O’nun elçisidir. Ey topraklar, ey taşlar, ey taş yürekliler! Allah birdir ve O’ndan büyük yoktur.
Bütün bu işkencelerle hıncını alamayan Ümeyye , onu böylece bitap düşürdükten sonra da, boynuna bir ip takıp çocukların elinde Mekke sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler onunla alay ederlerdi.
Bilal-i Habeşi garip ve kimsesiz olduğu için, diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ona ağır işkence yapanlardan biri de Ebu Cehil’dir. Bilal-i Habeşi onun ağır işkenceleri karşısında da, “Allah birdir, Allah birdir” diyerek, dinindeki sebatını gösterirdi.
Ümeyye bin Halef yine bir gün Bilal-i Habeşi’ye işkence yapmak için dışarı çıkarmıştı. Üzerindeki elbiselerini çıkarıp sadece bir don ile, yakıcı sıcakta kızgın kumlar üzerine yatırıp, üzerine taşlar yığmıştı. Müşrikler toplanıp ağır işkenceler yapıyorlar, “Ya dininden dönersin veya seni öldüreceğiz” diyorlardı.
Bilal-i Habeşi bu tahammülü zor işkenceler altında yine, “Allah birdir, Allah birdir” diyor başka bir şey söylemiyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz oradan geçiyordu. Bilal-i Habeşi’nin halini görerek üzülerek buyurdu ki:
-“Allah-u tealanın ismini söylemek seni kurtarır.”
Evine döndükten biraz sonra da Hz. Ebu Bekir yanına geldi. Peygamberimiz, Bilal-i Habeşi’nin çektiği işkenceyi Hz. Ebu Bekir’e söyleyip, “Çok üzüldüm” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir hemen Bilal-i Habeşi’ye işkence yapılan yere gitti. Müşriklere dedi ki:
-“Bilal’e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana satınız!”
Müşrikler cevap verdiler:
-“Dünya dolusu altın versen satmayız. Fakat, senin kölen Amir ile değişiriz.”
Bilal için size verdim
Hz. Ebu Bekir’in kölesi amir, onun ticaret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsi malından başka, on bin altını vardı. Ebu Bekir-i Sıddik’ın önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat, kafir idi. İman etmiyordu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:
-“Amir’i bütün malı ve paraları ile, Bilal için size verdim.”
Ümeyye bin Halef ve diğer müşrikler çok sevinip, “Ebu Bekir’i aldattık” dediler.
Hz. Ebu Bekir, hemen Bilal-i Habeşi’nin üzerine koydukları ağır taşları üzerinden alıp, ayağa kaldırdı. Ağır işkenceler sebebiyle çok halsizleşmişti. Elinden tutup doğruca sevgili Peygamberimizin huzuruna getirerek dedi ki:
-“Ya Resulullah! Bilal’i bugün Allah rızası için azad ettim”
Resulullah efendimiz çok sevindi. Ebu Bekir-i Sıddık’a çok dua buyurdu.
Hürriyetine kavuşan Bilal-i Habeşi hazretleri, derhal Allah-u Teala’nın Resulünün hizmetine koştu. Vefatlarına kadar da, hizmetlerinden ayrılmadı. İzin verildiği halde, Habeşistan’a gitmedi. Ancak sevgili Peygamberimizle birlikte, Medine’ye hicret (göç) ettiler.
Hicretten sonra Bilal-i Habeşi hazretleri, bir gün Mescid-i Nebi’de iken büyük bir neşe içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer bu halini görünce sordu:
-“Ya Bilal, bu halin nedir? Burasının mescid olduğunu unuttun mu?”
-“Benim halimde ne var ki? İstersen gidip halimi Resulullah’a arz edelim, yanlışım varsa tevbe ederim ve bir daha yapmam.”
Beraberce Resulullah’ın huzuruna gittiler. Hz. Ömer, Peygamber efendimize durumu arz etti:
- Ya Resulullah, Bilal, mescidin huşu’unu bozuyor. Burada neşelenip coşuyor, oynuyor.
Peygamber efendimiz Hz. Bilal’e sordu:
- Ya Bilal, böyle neşeli olmanın sebebi nedir?
-
Ya Resulullah, cenab-ı Hak bana hidayet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke’nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saadete eremediler. Ebedi saadetten mahrum kaldılar. Onlara hidayet nasip olmadı. Ben neşelenmiyeyim de kim neşelensin? Ben oynamayayım da kim oynasın?
-
Bilal’e dokunmayın! Sevinip neşelensin.
Ezandan rahatsız olan Yahudiler
Hz. Bilal’in okuduğu ezanı işiten Müslümanlar, ne kadar aşka, şevke geliyorlarsa, Medine’deki Yahudiler de o kadar kahroluyorlardı. Ezanı dinlememek için kendilerini zorluyorlar, fakat buna muvaffak olamıyorlardı. İster istemez, durup dinliyorlardı. Dinledikçe de kahroluyorlardı. Bunu engellemek için çareler aramaya başladılar.
Yahudi’nin biri bir gün Hz. Bilal’i sıkıntı içinde görünce dedi ki:
- Ya Bilal, ben sana istediğin kadar para vereyim, yeter ki sen sıkıntı çekme.
Maksadı başkaydı. Hz. Bilal de sıkıntıda olduğu için ondan çokça borç aldı. Yahudi parayı verirken ilave etti:
- Eğer bu parayı ödeyemezsen, seni köle olarak alırım.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, Yahudi gelip parasını istedi. Bilal-i Habeşi hazretleri, özür beyan ederek dedi ki:
- Bana bir ay daha müsaade et, yine ödeyemezsem, beni köle olarak alıp götürürsün.
Son günü geldiği halde borcunu ödeyemeyen Hz. Bilal, çaresiz kalıp, Resulullah’ın huzuruna gidip durumu arz etti. Peygamber efendimiz bir şey buyurmadı. Ümitsiz bir şekilde evine dönen Hz. Bilal o gece uyuyamadı.
Artık ezan okuyamayacağım
Kendi kendine, “Artık bundan sonra ezan okuyamayacağım” diye derin derin düşünüyordu. Bu düşünceler içinde kendinden geçmiş haldeyken kapı çalındı. Gelen kimse seslendi:
- Resulullah seni çağırıyor, acele gel!
Hemen kendini toparlayıp, huzura koştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ya Bilal ticaretten dönen bir kervan var. Kervana git, onların arasında üzerindeki yükleriyle beraber bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al senin olsun! Borcunu öde!
Hz. Bilal emredileni hemen yaptı. Rahat ve huzur içinde, gidip sabah ezanını okudu. Namazdan sonra, mescidin kenarında onu köle olarak alıp götürmek için bekleyen Yahudiyi gördü. Namazdan çıkınca, yüksek sesle konuştu:
- Bende alacağı olan kimseler gelsin, borcumu ödeyeceğim!
Bunun üzerine Yahudi’nin bütün hayalleri yıkıldı. Perişan oldu. Parasını aldığı gibi oradan uzaklaştı.
Bilal-i Habeşi hazretleri, Peygamber efendimizin vefatından sonra, ayrılık acısına dayanamaz hale geldi. Resulullah’a olan muhabbetiyle, yanıp tutuşuyor, devamlı gözyaşı döküyordu.
Medine’de kaldığı müddetçe bu acının daha da artacağını biliyordu. Çünkü, gördüğü her şey Resulullah’ı hatırlatıyor, kendini tutamayıp ağlıyordu. Bu sebeple Şam’a gitmeye karar verdi. Hz. Ebu Bekir’den izin aldı. Medine’den, ayrılıp Şam’a yerleşti. Hz. Ömer’in hilafetine kadar orada kaldı. Hz. Ömer ordusuyla Şam’a gelince, onlara katılıp orduyla beraber Kudüs’e gitti.
Ayrılık yetmedi mi?
Bir gece Rüyasında Resulullah efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine sitem ettiler:
-“Bunca ayrılık yetmedi mi, ya Bilal? Hala Kabrimi, ziyaret etmeyecek misin?”
Zavallı yüreği, duracak hale geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle; mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisine yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara, Medine’ye ulaştı…
O’na rastlayanlar, selam veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki:
-“İşte Bilal, Bilal-i Habeşi hazretleri. Peygamberin Müezzini. O’nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir.”
Fakat O, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber efendimizin mübarek kabirlerine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken; Kur’an-ı kerim okudu, okudu, okudu… En sonunda, sevgilisinin kabrine kapaklandı, bayıldı.
Katmerli gül kokularıyla ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgililerini görmez mi? Peygamber efendimizin torunları, Hasan ve Hüseyin hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar.
- Ah yavrularım! Ne kadar da Dedeniz gibi kokuyorsunuz! diye inledi.
Sonra biraz toparlandı:
- Babanız (Hz. Ali) nasıl?
-
Babamız seni görmek diler, dediler.
Sonra Hz. Hasan sordu:
- Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O’nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?
Hz. Bilal çok şaşırdı:
- Bu ne biçim söz! Bu kölenizden ne emredersiniz de, yerine getirmem!
-
Bin defa estağfirullah! Fakat bütün Medineliler gibi, biz de senden, bir defa da olsa ezan dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.
-
Anam, babam sizlere feda olsun! Başım, gözüm üstüne!
Medineliler ayağa kalktı
Ertesi sabah Bilal-i Habeşi, son Ezanını Mescid-i Nebevi’de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle:
“Allahu ekber! Allahu ekber!” dediği zaman; bütün Medine halkı ayağa kalktı.
“Eşhedü en la ilahe illallah!” ve “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah!” deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara fırladılar. Sanki, Peygamber efendimiz yaşıyor zannettiler.
O günden beri dünyada, bir daha öyle ezan okunmadı. Bilal-i Habeşi hazretleri de başka ezan okumadı. 641 senesinde Şam’da vefat etti.
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi
Yorumlar kapalı.