Namazların Kazası
Her mükellef müslümanın, günde beş vakit namazı vakti içinde kılması kesin farzdır ve ilahi emirlerin başında gelir. Farz namazını kılmadan vaktini geçirmek büyük günahlardandır. Kaza edildiği zaman bu namaz borcu ödenmiş olur, fakat geciktirme günahından dolayı ayrıca tevbe de gerekir. Özürlü veya özürsüz olarak zamanında eda edilmeyen beş vakit namazın farzlarını kaza etmek farz, vitir namazının kazası da vacibdir.
“Eda” namazın vaktinde kılınması, “kaza” da vakti çıktıktan sonra kılınmasıdır.
Kaza Kimler İçindir?
Şu kimselere namazların kazası gerekmez:
1- Özürlü hallerinden dolayı namaz kılamayan kadınlar.
2- İradesi dışında, aralıksız en az altı namaz vaktini dolduracak kadar şuurunu kaybedip komaya girmiş baygın kişiler.
3- Henüz mükellef yaşına girmemiş çocuklar.
İradesi dışında uyuyakalan veya namazı unutmuş olan kimse, özürlü olarak namazı geçirmiş olur ve kaza etmesi gerekir.
Kur’an’da birçok ayette namaz emri vardır, fakat kaza namazı hakkında bir ifade yoktur. Kılınamamış namazların kazasının gerektiği, Rasul Aleyhisselam’ın hadis-i şerifleriyle sabittir. Buharî (597. Hadis) ve Müslim (684. Hadis)’de şöyle buyurulur: “Her kim bir namazı unutursa veya uykuda kaçırırsa, onu hatırladığı zaman kılıversin. Onun bundan başka keffareti yoktur.”
Namazı geçirmenin ağır vebalini vurgulamak için, başta Zahirî mezhebinden İbn-i Hazm olmak üzere bazı fakihler, mazeretsiz kasten geçirilen namazın kazasında fayda olmadığını, bunlar için ancak tevbe gerektiğini söylemişlerdir. Ancak doğrusu, dört mezhebin ittifakıyla uyuyakalan ve unutuveren mazeretliler için namazın kazası gerektiğine göre, kasten kılmayanlara kazası elbette farzdır. (1)
Vakti geçirilen namazın kazasını geciktirmek, hele de geçerli mazeret dışında geçirilenler için ayrıca günahtır ve geciktikçe günahı da artar. Fazla gecikmeye bırakmadan, bir an önce namazları kaza edip tamamlamak farzdır. Mazeretler ise, irade harici uyuyakalmak, unutmak, düşman ve hırsızlık korkusu, ölüm tehlikesi gibi can ve mal emniyetinin yokluğu ve namaza hiç imkan bulamamak gibi nadir hallerdir. Bu gibi imkansızlıklar dışında, abdest yerine teyemmüm ve ima (ayağa kalkma, rükû, secde gibi namaza ait gerekler yapılmaksızın, işaret ile kılınan namaz) ile de olsa, namazları kılmadan kazaya bırakmaya izin ve mazeret yoktur.
Sünnet Yerine Kaza
Kazaya kalmış namazların gecikmeye bırakılmadan acilen kazası farz olduğu için, kaza borcu olanların sünnet ve nafile namazlarla meşgul olması, Şafiî mezhebinde caiz görülmemiştir. Malikîler de kazası olanlar için sabah namazının sünneti hariç, sünnet ve nafileye vakit ayırmayı caiz görmezler. Hanbelîler ise, kaza namazı olanların sünnet kılmalarını caiz görmekle birlikte, sabah sünneti hariç, sünnet yerine kaza kılmayı daha faziletli ve öncelikli görürler.
Hanefilere göre ise, kaza borcu olanların bir taraftan kazaları kılarken, beş vaktin sünnetlerini de kılmaya çalışması efdaldir, daha iyidir. Hatta kazaya namazları kalanlar, kuşluk ve teheccüd namazı gibi nafileler de kılabilir. Ancak sünnetler dışında, diğer nafilelere fazlaca vakit ayırıp kazaları geciktirmek doğru değildir.
Sünnet yerine kaza kılmaktan maksat, sünnetleri terk etmek değil, farz olan kazaya zaman kazanmaktır. Yani gerekirse vakit namazlarının aslında sevap olan sünnetini de bırakarak, ağır borç olan farz namazların kazasını bir an önce tamamlamaktır. Bu konudaki mezhep görüşlerini belirttik. Fakat hiçbir müctehid alim, sünnet yerine kaza kılmak “caiz değil” dememiştir. Bazı iyi niyetli, fakat sağlam bir dayanağı olmayan iddialar dışında, “tek niyetle hem kılınmamış bir namazın kazası, hem vaktin sünneti kılınabilir” diyen bir müctehid ve temel fıkıh kaynağı da görülmemiştir.
Hanefi müctehidlerinden İmam Muhammed’e göre, bir niyetle kaza veya eda hem farz hem sünnet kılmaya niyetlenen kimsenin bu namazı geçersiz olur. Yani farz da sünnet de kılınmamış olur. Diğer Hanefi müctehidi İmam Ebu Yusuf’a göre ise, böyle bir durumda yalnız daha kuvvetli olan farz namaz kılınmış olur, sünnet namazı kılınmış olmaz.(3) Tercih edilen hüküm de budur.
Durum böyle olunca, herkesi bütün sünnetler yerine kaza kılmaya zorlamanın da, hiç terk etmeden sünnet kılmaya öncelik verip, yalnızca “boş vakit buldukça” kaza kılmayı yeterli görmenin de lüzumu yoktur. Hele kaza ve sünnetleri bir niyetle birleştirmek gibi faydasız bir uygulamaya girmenin hiç gereği yok.
Bir orta yol olarak diyebiliriz ki: Aylarca ve yıllarca kazası olan kimseler, Hanefi mezhebinde olsalar bile, bir an önce kazalarını bitirmek için her fırsatta kaza kılmaları gerektiği gibi; ikindi ve yatsının ilk sünneti, bir de öğlenin ilk sünneti yerine, zaman kazanmak için bu sünnetleri bırakıp kaza kılabilirler. Böylece her gün kolayca en azından beş vakit kaza kılınabilir.
Sünnet ve diğer nafileleri kıldığı halde geçmiş farzları kaza etmeyenler, şüphesiz günahkâr olurlar. Fakat kazaları daha kısa zamanda tamamlamak için, bazı sünnet ve faziletlerden vazgeçenlerin günahı olmaz. Esasen bu durumda, sünnet yolu da terkedilmiş sayılmaz. Bu konuda tercih hakkı, kaza kılanlara kalmıştır.
1- Şevkânî: Neylü’l-Evtâr, Beyrut-1998, 2/439-40; Emir Abdülaziz: Fıkhu’l-Kitab ve’s-Sünne, Kahire-1999, 1/592.
2- el-Cezirî: Kitâbü’l-Fıkıh, Kahire-1994, 1/403; İbn-i Âbidin: Reddü’l-Muhtâr, Beyrut-1994, 2/536.
3- İbnu’l-Hümam: Fethu’l-Kadir, Beyrut-1995, 1/274.
Yusuf Özcan
Antika ve Porselen Tamiri | Antika Hastanesi
Yorumlar kapalı.