Anasayfa Kitap Tanıtımları Mem ile Zin – Aşktandır

Mem ile Zin – Aşktandır

tarafından Nasihatler.Com
9 dakika Okuma süresi
A+A-
Orjinale Dön

Mem ile Zin

Tarihin bize armağan ettikleri ya kahramanlıklar ya da aşklardır. Ölümsüzlük ya delicesine bir tutku ve ihtirasla ya da mestane bir kendinden geçiş hali olan aşkla gelir.
Aşk ebedî olduğu gibi aşkla can verip aşkla can bulanlar da ebedî olur, ebedîleşir. Kahramanlar tarih kitaplarından öğrenilir, âşıklar ise insanların gönlüne nakşedilen sevgilerinden. Mürekkep kurur, yazı tükenir, söz kalmaz. Kahraman denilen kişiler hatırlanmaz olur, ama âşıklar dünya var oldukça dilden dile, gönülden gönüle aktarılarak varlığını sürdürmeye devam eder.
Bugün Leyla ile Mecnun’u, Kerem ile Aslı’yı, Fer-had ile Şîrin’i, Tâhir ile Zühre’yi kim bilmez. Herkes en azından adlarını bir kez duymuştur. Halbuki bunlar ne ülke fethettiler ne de savaş meydanlarında kahramanlık gösterdiler. Bunlar, pervanenin ateşe olan aşkı ve yanışı gibi aşk ateşiyle yanıp kül oldular. Aşk da onların adlarını ölümsüz kıldı.

Diğerleri gibi adı ölümsüz olan, aşkları asırlarca anlatılagelen iki aşık da Mem ile Zin’dir.

Mem, Cizre Beyi Zeynüddin’in sadık adamlarından olan Tacdin’in en yakın arkadaşıdır. Onlar birbirleri için kardeşten ileri ve üstündür.
Zin ise Cizre Beyi Zeynüddin’in dünyalar güzeli iki kız kardeşinden küçük olanıdır. Zin ve ablası Sıtti güzelliğiyle Cizre’de nam salmış nadide birer elmastır. Cizreliler sadece onların namını duyar, kulaktan kulağa hikâyeleri anlatılır ve böylece farkında olmadan kendilerini bu iki güzelin hayaline âşık ederlerdi. Aşk onlar yaratıldı yaratılalı Cizre’de salgın bir hastalık gibiydi. Onların namını duyanlar, kazara onları görme şerefine erenler, aşk sakisinin elinden aşk şarabını içmekten kurtulamazlardı.

Tacdin ve Mem de onların methini duyup kalplerinde bir ateşin yanmaya başlamasına engel olamamışlardı. Böylece bir karar alarak Nevruz şenliklerinde kadın kılığında insanların arasına karışmaya, onları yakından görmeye niyet ettiler.

Zin ve Sıtti tarafında da durum farklı değildi. Onlar da kendileri için layık olacak eşsiz kimseleri arıyorlardı. Taliplileri geri çevirmelerinin sebebi de kendilerine layık birilerini henüz bulamamış olmalarıydı. Böylece onlar da Nevruz şenliklerinde erkek kılığına girip kalabalığa karışmaya karar verdiler.
Nevruz gelip insanlar eğlenmeye, şenlikler yapılmaya başlandığında iki taraf da kendi planlarını işleme koydular. Zin ile Sıtti akşama kadar Nevruz’da vakit geçirip saraylarına geri dönecekleri vakit, arkalarından iki genç kızın koşarak kendilerine yetişmeye çalıştıkları anlayarak beklemeye koyuldular. Bu iki genç kız Zin ile Sıtti’nin yanına geldiklerinde heyecandan bayılıp düştüler. Zin ve Sıtti bu iki genç kızın güzelliğini hayranlıkla seyrettiler, gitmelerinin gerektiğini anladıkları vakit, kendi yüzüklerini onların parmaklarına takıp onların yüzüklerini de kendileri alarak saraylarına vardılar.

Ama o günden sonra ikisi de daha önce hissetmedikleri, anlayamadıkları, adını koyamadıkları bir duygunun esiri olmaya başladılar. Bu durumu farkeden dadıları onları sıkıştırıp gerçeği onlardan öğrendi. Gerçeği öğrenmesi şaşkınlığını daha da artırmıştı. Çünkü bahsettikleri iki kızdı. Onları bu hale düşüren iki kızın hayaliydi. Dadıları onları bulacağına söz vererek bir falcının yanına gitti. Zin ile Sıtti’nin verdiği o iki kıza ait yüzükleri de yanına aldı. Falcıya bildiği kadarını anlattı. Falcı onların kız değil erkek olduğunu, onların da aşk acısı çektiğini, bu acının ilacının vuslat olduğunu söyledi. Bir de akıl vererek, eğer onları bulmak istiyorsa hünerli bir hekim kılığına girip bütün Cizre’yi gezmesini, aşk hastalığına tutulanın er ya da geç kendisinin dizlerine derman diye düşeceğini anlattı.

Dadı öz çocukları gibi sevdiği Zin ile Sıtti’yi mutlu etmek için hekim kılığına girip köy köy gezmeye başladı. Talih kendisinin yüzüne güldü de fazla aramadı. Çünkü bir zamanlar şen şakrak olan civan gibi iki can dostu renkleri sararmış, gözlerinin önü ağlamaktan kararmış olarak hastalanmışlardı. Teşhis konulamayan bu hastalar dadının huzuruna çıkartıldı. İlk görüşte anladı bunların Zin ile Sıtti’yi aşka düşüren, kendileri de onlara âşık olan gençler olduğunu.

Onlara olanı biteni anlattı. Sevinmeleri gerektiğini söyledi. Gördüklerinin Cizre beyinin eşsiz güzellikteki kız kardeşleri Zin ile Sıtti olduğunu, vuslatlarının yakın olduğunu, Zin ile Sıtti’nin de onları düşündüğünü söyledi. Kendi yüzüklerini geri verip o zamana kadar farketmedikleri Zin ile Sıtti’nin yüzüklerini istedi. Tacdin çekinmeden yüzüğü çıkartıp verdi. Yüzükte Sıtti yazıyordu. Mem ise hasretinin tek tesellisinin bu yüzük olduğunu söyleyerek vermek istemedi.
Dadı olanı biteni onlara da anlatıp yanlarından ayrıldı. Görüp tutulduklarının kız değil erkek olduğunu öğrenen Zin ile Sıtti içinde hissettikleri ateşin aşk olduğunu ilk defa itiraf edebildiler ve bendi yıkılmış su gibi aşk ile birden dolup taştılar.

Sıtti’nin dilinden Tacdin’in, Zin’in dilinden de Mem’in adı düşmez oldu. Diğer taraftan Tacdin rahatlamıştı. Beyi Zeynüddin en sadık adamlarından biri olan kendisine kız kardeşini vermeyecekti de kime verecekti.
Mem ise acı çekiyordu. Kendisi Tacdin’in dostu dışında hiçbir şeydi. Tacdin’in plam önce Sıtti’yi kendisine istemek, bir müddet sonra da Zin’i Mem’e almaktı.
Bu düşünceyle ağabeyleri Sıtti’yi Tacdin’e istediler. Zeynüddin Bey bu istek karşısında çok memnun oldu. En has adamlarından biriydi Tacdin. Böylece onu kendisine daha da bağlamış olacaktı.
Cizre günlerce şenlik etti. Halaylar, zılgıtlar çekildi. Yemekler yenip, fukaralar giydirildi. Böylece Tacdin ve Sıtti muradına ermiş oldular.

Sıra Zin’in ve Mem’in mutlu olmasına gelmişti ki kötülük yapmak için sebep aramayan, fitne ve fücur kaynağı kahya Beko, beye fitne vererek, “Tacdin’in başına buyruk hareket ettiğini, Mem’e Zin’i almak için söz verdiğini, onu muhakkak sana alacağız dediğini söyledi.” Bey fitili almıştı, köpürdü, kükredi. Zin’i Mem’e vermemek için yeminler etti. Sonra içine bir şüphe düştü.
Bey Zin’i sarayda tecrit ederek yalnız bir hayat yaşatıyordu. Mem’in durumu ise hepten berbattı. Kimseyle görüşmüyor, yemiyor içmiyor, sabit bir noktaya gözlerini dikip bir hayali seyreder gibi günlerce kalakalıyordu.
Her şey gizli kalır aşk gizli kalmaz. Mem ile Zin’in aşkı da gizli kalmadı. Dilden dile anlatılır oldu. Aşkı tarif ederken misal verilerek insan severse Mem ve Zin gibi sevmeli. Aşk denilen şey gerçekten aşk ise böyle olmalı denilir oldu.

Söz rüzgâr gibidir. Hiçbir kapı, duvar dinlemez, her eve girer. Her kulağa dokunur. Bu söylentiler ve anlatılan hikâyeler beyin de kulağına gitti. Ne var ki beyin kulağına suyu kaçıran Beko’ydu. Anlatılanları öyle anlattı ki savaş sebebi olur. Yunus’un dediği gibi, “Aşkı olmayan kişi nice yavaş söylese, sözü savaşa benzer.”

Bey kararını verdi. Bu anlatılanları Mem’in ağzından duyup kellesini almak. Beko’nun verdiği akılla sarayda bir eğlence düzenledi ve özel olarak Mem’i davet etti. Eğlencenin bir yerinde Mem’in satrançtaki hünerini methederek onu satranç oynamaya davet etti ve bir de şart koştu: “Kim yenilirse yenenin bir isteğini yerine getirecek.” Davet beyin daveti kabul etmemek olur mu?
Başladılar oynamaya, ilk iki oyunu Mem kazandı. Bey şaşkınlık ve hayranlıkla Mem’in hamlelerini izlemekle yetindi. Kahya Beko Zin’in Mem’e yâr olmasına bir oyun kala beyin kulağına eğilip “Beyim, her zaman aynı yerde oynamanız uygun değil, zaman zaman yer değiştirmeniz gerekli” dedi. Üçüncü oyunda yer değiştirdiklerinde bir an başını kaldıran Mem kendisine bakan Zin’in gözleriyle karşılaştı. O dakikadan sonra Mem satrancı, kendisini, zamanı unuttu. Bir hayal âleminin içine daldı. Bir çift gözde kayboldu gitti. Zaten Beko’nun istediği de buydu. Zin’i görmesi ve dikkatini oyuna veremeyerek yenilmesi. Onu kendine getiren ses beyin sesi oldu: “Bu aldığım üst üste beşinci oyun. Şimdi söyle bakalım bir sevdiğin var mı, varsa kim?”
Mem Zin’in gözlerine bakarak; o bir ceylandır ki yansıması suyun yüzüne vursa su aşk ile titrer. Kalbi bir kelebeğin kanatları gibi ince, bir ipeğin yumuşaklığı gibi yumuşaktır. Gölgesinin geçtiği her yer hayat bulur. Yaşayanlar onunla aynı havayı tenefüs etmekten sarhoş olur. O Cizre’nin ve gönül saltanatının en güzeli olan Zin’dir.

Bey, Zin sözünü duyar duymaz askerlerine bağırdı: “Hemen vurun şu hainin kellesini, ne duruyorsunuz daha?” Askerler Mem’in üzerine yürüdüklerinde Tacdin ve kardeşleri araya girerek askerlere meydan okudu, beyden af diledi. Bey de bunun üzerine Mem’in hapse atılmasını emretti.
Mem hapiste Zin saray denilen zindanda günlerini aşk ile yanarak geçirmeye başladılar. Mem insanlardan uzaklaştıkça, aşk ateşiyle yandıkça Allah’ı daha derinden hissetmeye başladı. Onu görenler ya namazda ya da dua ederken görür oldular.
Tacdin ve Sıtti ise onlarla birlikte kahroldular. Aradan bir yıl geçmiş, yapılan ricalar bir netice vermemişti. Sonunda Mem’in arkadaşları silahlanarak saraya yürüdü. Bir halk isyanı endişesine düşen bey Mem’i bırakmaya söz verdi. Söz verdi ama gururuna da bu durumu yediremez oldu. Yine yılan tıslamasıyla Beko, beyin yanına yaklaşarak zehrini akıtmaya çalıştı. “Beyim, Zin’i Mem’in yanına götürün. Mem hasretiyle yandığı Zin’i karşısında bulunca kalbi bu vuslat anına dayanmaz, nasılsa can verir. Siz de hem sözünüzü tutmuş hem de böyle bir beladan kurtulmuş olursunuz.”
Bey Beko’yu yanından kovup bir senedir uğramadığı kız kardeşi Zin’in odasına çıktı. Kapıyı açtığında uzun zamandır güneşin girmediği, kasvetin ve ıstırabın odanın her köşesinden sezildiği bir yerle karşılaştı. Kardeşinin, o dünyalar güzeli kardeşinin yanına gittiğinde onu solmuş bir gül gibi buldu. Güzelliği solmuş sonbahar yaprakları gibi kuru ve bitkin. Beyin yüreği sızladı, bütün kinini unuttu. Kalbi pişmanlıkla doldu.

Zin’in elinden şefkatle tutunca, uzun zamandır merhamete ve sevgiye acıkmış olan Zin’in kalbi bu ıstıraba daha fazla dayanamayarak ağzından kan geldi ve bayıldı. Bey ağlıyor, feryat ediyor, dövünüyor, onu mutlu edeceğine dair yeminler ediyordu.
Bu sırada bir bekçi gelerek Mem’in ölmek üzere olduğunu haber verdi. Mem adını duyan Zin gözlerini açtı. Koluna giren ağabeyi Zin’i Mem’in yanına götürdü. Artık her şeyden pişmandı. Kendini suçlu hissediyor, vicdanından kurtulamıyordu.
Mem Zin’in gelmesiyle gözlerini açtı. İkisi de eskisi kadar çekici değillerdi. Ama onlar bedenin mahkûmiyetinden kurtulmuş, aşkın aslına ermişlerdi. Dakikalarca birbirinin gözlerine baktılar. Dudaklarında ne bir söz, kulaklarda ne bir uğultu vardı. Ama ebedî bir tebessüm yayılıyordu bu iki âşinâ ruhun arasından.

Mem son nefesini Zin diyerek verdi. Zin Mem diyerek onun üzerine bayıldı kaldı. Mem’in öldüğü haberini alan Tacdin deliler gibi saraya koştu. Gözü bir ara Beko’ya ilişti. O hırs ve sinirle, “Ne istedin sevenlerden be soysuz” diyerek Beko’yu alıp kaldırdığı gibi ters olarak baş aşağı taşa çarptı. Beko oracıkta can verdi. Koşarak zindana indi, Mem yüzünde ilâhî bir tebessümle yatıyordu.

Bir gün sonra cenazesi kaldırılırken Zin koşarak kendini onun üzerine attı, yüzü gözü toprak olmuştu. Onu tutup kaldırmaya çalışanlar onun da aşk için aşkla can verdiğini gördüler.
Bey onların sağlığında yapmadığını onlar öldükten sonra yaptı. Onları bir kabre gömdürdü. Kendisi yaşadıkça onların hatırasına sadık kalacağına, adlarını unutturmayacağına yemin etti. Bugünse Cizre Beyi Zeynüddin’in adı hatırlanıyorsa bu Mem ile Zin’in hâlâ ve hâlâ hatırlandığı, bundan sonra da hatırlanacağı içindir.

Peki, Beko’ya ne oldu dersiniz? Kaderin cilvesine bakın ki o da hâlâ bu iki âşığın ayaklarının dibinde yatmakta, onun da kabri Cizre Kabristanı’nda bulunmaktadır. Bir farkla; Mem ve Zin’in kabrini güller, yeşillikler süslemekte, her ziyaret edenin Fâtihası’yla bezenmekteyken, Beko’nun kabri dikenler ve çalılarla doludur ve onun kabrini görenler de ona lanet etmektedir.

Bütün zalimlere edildiği gibi.

Murat Çeri, Fuzûlî’den Yunus Emre’ye, Seyh Gâlip’ten Ziya Pasa’ya sairlerin esliginde ask ikliminde bir gezintiye çıkarıyor bizi. Ask bir gönül isidir. Âsık da gönül isçisidir. Askını bir sanatçı gibi inci tanesi misali isler gönlüne. Bu gönül isini Murat Çeri de kelimelerle dokumus. Kalbi Askla atan bir insanın; Allah’a, Resulullah’a, insanlara, tabiata dair hislerine sahitlik ediyoruz. Murat Çeri anlatılması en zor ve imkânsız bir konuyu, askı kelimelere dökmeyi basarıyor ve bu iste gayet de basarılı oluyor.

Kitabı online olarak sitesinden satın almak için tıklayın.

Yorumlar kapalı.

Bunları da beğenebilirsiniz