Sahih ve sağlam bir inanç insanı huzura, saadete ve ebedi hayatta cennete kavuşturur. Batıl inançlar ise sahibini vehme, sefalete ve cinnete sevkeder.
Hak olan inançlarla kalbini tenvir, aklını tezyin eden kimseler, İslam’ın nurlu caddesi üzerinde yol almakta bulunan ehl-i hakikatin arasına katılarak, dünyadan ahirete giden “dosdoğru yol” üzerinde Kitabullah’a ve Cenab-ı Hakk’ın rızasına uygun olarak yolculuğuna devam ederler.
Batıl inançlara ve sapık düşüncelere kendini kaptıran zavallılar ise çıkmaz sokaklarda, karanlık berzahlarda yol almaya ve hakikati yakalamaya uğraşırlar. Oysa kavak ağacından elma-armut beklemek ne kadar abes ise, batıl ve lanetlenmiş işler ve inançlarla dünyada huzur, ahirette saadet beklemek de o kadar yersiz ve abestir.
Toplumumuz çok hızlı ve yoğun bir dışa açılma dönemini yaşamaktadır. Batılılaşma şeklinde tezahür eden bu değişim, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yeniden yapılanma gayretlerinin etkisiyle daha da hızlanmış ve yaygınlaşmış bulunuyor. Bunun sonucu olarak, başta yabancılaşma ve kimlik bunalımı olmak üzere önemli sosyal sorunlar baş göstermektedir. Bu tarz sorunların en önemli sebebinin, toplumumuzun manevi değerlerimizden yeterince beslenememesi olduğu son derece açıktır.
İnsanoğlu kısacık ömrüyle sınırlı mutluluğu yeterli görmez, ebedi bir saadet arayışına girme eğilimini fıtratında taşır. Manevi değerler açısından yeterli doyuma ulaşamamış toplumlar bu arayışın içinde çırpınmaktadır. Aradığı gerçek değerler kendisine verilmediği için bir türlü fizik ve metafizik dengeyi bulamamaktadır.
Bu manevi açlık insanları ve toplumları gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin reddettiği, ilahi vahyin şirk ve küfür saydığı, vaktiyle dine alternatif olarak uydurulmuş sihir, büyü, ruhçuluk, gizemcilik gibi sapkın yollara itmektedir.
Yine müberra dinimizin kabul etmediği reenkarnasyon (yeniden dünyaya gelme) gibi Hint kökenli bir takım batıl inançlar, bu çevrelerde bir reçete olarak kabul görmektedir. Ortaya çıkan birtakım kimseler halkımızın duygu ve inançlarını sömürmekte, seyircisini veya tirajını artırmak isteyen bazı gazete ve televizyonlar da bunlara bilinçli bir şekilde hizmet vermektedirler.
Kimileri rasul olduklarını iddia ediyor, kimileri hipnotize ettikleri şahıslarla konuşarak reenkarnasyonu ispata çalışıyorlar. Kimisi eline aldığı bir cam küreyle olağanüstü güçlere sahip olduğunu, gaybı bildiğini söylüyor. Bir diğeri falanca tarihte öleceğini söyleyerek milleti başına yığıyor.
Bu tür şeytan maskarası şarlatanlar cinlerle irtibat kurduklarını, ailevi huzursuzluktan borsa yatırımlarına kadar her derde deva bulduklarını öne sürüyorlar. Televizyon ve gazeteler de müşteri çekmek için bunları tezgahlarına koyuyorlar.
Bunlar içinde birileri var ki, Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i bir büyü kitabı olarak göstermek; topluma Allah’ın kelamını mahiyeti anlaşılmaz, kendisiyle sihir yapılan esrarengiz bir kitap olarak tanıtmak istiyorlar. Böylece insanların okuyup anlamasını engelleme, halkın onun rahmet kaynağından istifade etmesine engel olma peşindeler.
Bütün bu karmaşada halkımızı bu konularda aydınlatacak, hurafe ve cehaletten koruyacak maddi ve manevi açıdan istismar edilmesini önleyecek sesler duyulmuyor. Bu konunun sömürüsünü yapanlar, saatler ve sayfalar ayıranlar, halkımızı bu hususlarda aydınlatacak alimleri konuşturmuyorlar.
Tarih boyunca büyü, sihir, fal, kehanet insanoğlunun ilgisini çekmiştir. Günümüzde de falcılık gazete ve dergiler vasıtasıyla günlük hayata girmiştir. Büyücülük, cincilik Mücella Dinimiz İslam’da kesinlikle yasaklanmış olmasına rağmen, maalesef müslümanlar arasında da bu işlerle uğraşanlar, büyücülere, cincilere gidenler ve onları birbirine tavsiye edenler bulunmaktadır. En bilgili çevrelerde dahi büyü, fal, sihir varlığını maalesef sürdürmektedir. Ne acı ki, iş ve aile hayatlarında bütün ümitlerini büyücü ve falcı diye bilinen şarlatan ve din düşmanlarına bağlayanlar az değildir.
Hurafeler her çağda bütün toplumların ortak derdi olmuştur. Her mümin öğrenmekle görevli olduğu dini konuların yanı sıra, kendisini şerden sakındıracak maddi ve manevi olgunlaşmasını sağlayacak her ilimden haberdar olmalıdır. Hurafeleri yaşatmakla meşgul olanların sözlerine cahillerin kolaylıkla kandığı görülür. İslam dışı düşünceleri ve uygulamaları hayatımızdan atmamız için bilgilenmemiz şarttır.
İşin teknik izahları bir tarafa, şeytanın yardımıyla ve bazı sebeplere sarılarak batılı hak suretinde göstermeye sihir, büyü denir. Sihir yapabilmek için her şeyden önce pis, habis biri olmak gerekir. Çünkü şeytandan yardım alabilmek ve onunla münasebet kurabilmek için böyle murdar olmalı, başka bir deyişle şeytanlaşmış olmalıdır.
İslamiyet sihrin varlığını ve etkisini göz ardı etmemiş, ancak tevhid akidesine zarar verdiği, İslam ahlak ve prensiplerine ters düştüğü için haram kılmış ve yasaklamıştır. Hiçbir müslüman sihir, büyü gibi şeylerle meşgul olamaz. Dahası, bu işi yapan şeytanın esiri kimselere gidemez, onlarla diyalog kuramaz. Fahr-i Alem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim sihirbaza, arrafa, kahine gider ve onların sözlerini tasdik ederse Muhammed’e indirileni (Kur’an-ı Kerim) inkar etmiş olur.” (Bezzaz)
Mukkades Kitabımız’dan öğreniyoruz ki, geçmiş ümmetler arasında bilhassa Hz. Musa a.s. ve Hz. Süleyman a.s.’ın peygamberlikleri döneminde büyücülük hayli yaygındı. Devrin sihirbazları halkın gözünü sihirle yanıltıp kalplerine korku salıyorlar ve itikatlarını bozuyorlardı. Bu çirkinlik bulaşıcı hastalık gibi toplumu perişan etmekteydi.
İslam’ın geldiği sırada da gerek Arap toplumunda, gerekse diğer memleketlerde bu iş yaygın bir haldeydi. Kur’an-ı Kerim çok net ve kesin şekilde sihir ve büyü yapmayı, yaptırmayı haram kılmıştır.
Zira sihir ve büyünün insan aklı ruhu ile bedeni üzerinde büyük zararları olmakta, bazen yıllarca devam etmekte, bazı kimselerin ömrü sihir tahribatı ile son bulmaktadır.
Sihrin zararlarına karşı bizleri uyaran Rahmet Peygamberi s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Helak edici şeylerden olan Allah’a şirk koşmaktan ve sihirden sakının.” (Buhari)
Görülüyor ki insanın yıkımına sebep olan işlerin başında şirk gelmekte, sihir de hemen onun peşinden bildirilmektedir. Bu sıralandırmada önemli bir işaret vardır. Sihrin büyük bir cürüm olduğuna işaret için böyle bir tasnif yapılmıştır.
Sihirle meşgul olan bedbaht insanlar şirke komşu bir işle uğraşmaları sebebiyle, en ufak bir sarsıntıyla küfür ateşine yuvarlanırlar. Zarar görmek istemeyen kimseler, zarar vermekten de uzak durmak zorundadırlar.
Böyle çirkinliklerle meşgul olan kimselerin sarsılan imanı ile birlikte insaf ve merhameti, ahlak ve karakteri de sıfıra iner. Büyü ve sihir yapanlar derde uğrattığı kişilerin acı çekmelerinden, çırpınmalarından, feryad-u figanlarından sinsice bir zevk alarak şeytani hislerini tatmine uğraşırlar. Fakat Rabbimiz’in büyük bir yasağını çiğnediklerinden, hayatları boyunca mutlu olamadıkları gibi, aksine, sefalet ve rezalet içinde yaşarlar.
Diğer taraftan, bu tarz çirkinlikler mutlaka isabet eder, etkisini gösterir diye bir kaide yoktur. İmanı tam bir müslüman Cenab-ı Hakk’ın azametine, kudretine sığınarak, O’nun ilahi kelamındaki Fatiha, İhlas, Felak ve Nas sureleri ile Ayete’l-Kürsi’yi sık sık okuyarak yardım ister, O’na sığınırsa, o kimseyi Rabbimiz muhafaza eder. İhlası tam olan bir müslümana hiçbir zaman şeytan ve şeytanlaşmış insanlar zarar veremezler.
Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da bu alçak ve alçaltıcı işle uğraşan, kendilerine cinci, büyücü, medyum vs. denen sahtekar insanların var olduğu bir gerçektir. Rabbimiz’den niyazımız, böyle kimseleri hidayete erdirmesi, bunlara kanıp giden insanların da onlara inanmamaları, onları beslememeleri, bildiklerini ilgili mercilere haber vermeleridir.
Cenabı Hak insanları böyle şerli kimselerin şerrinden muhafaza etsin.
S.Mübarek El Hüseyni
Yorumlar kapalı.